Nur Çeşmesi - s.2328

Risale-i Nur'da başka eserlerden nakil yoktur, Kur'ân'ın mucize-i mâneviyesidir.

Risale-i Nur, yüz mânevî keşfiyatı havî ve tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır.

Risale-i Nur, yalnız bu vatan ve bu millet için değil, âlem-i İslâm ve beşeriyet için yazılmıştır.

Risale-i Nur, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümüne mâruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu yüzbinlerle kimseler tarafından tasdik edilen bir eser külliyatıdır.

Muhterem heyet-i hakime,

Risale-i Nur'un gayet harika bir cüz'ü olan Âyetü'l-Kübrâ risalesinin beyanı vechiyle, madem bin senedenberi iman ve Kur'ân aleyhinde teraküm eden Avrupa filozoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Bir saadet-i ebediyenin bir hayat-ı bakiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarı, medarı, esası olan imanı sarsmak istiyorlar. Elbette herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz.

Risale-i Nur'la mübareze edilmez, o mağlûp olmaz, yirmi senedir en muannit filozofları da susturuyor. "Şimdi yirmi sekiz sene oldu." İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor, bu memlekete hükmeden onun kuvvetinden istifade etmek gerektir. Risale-i Nur, söndürmek için üflendikçe parlayan bir nurdur, onun talebeleri başkalara benzemezler, mağlûp olmazlar. Risale-i Nur'u mağlûp edebilmek için kâinatı elinde tutan bir kuvvet lâzımdır.

Çünkü, Risale-i Nur, dünyevî işlere, şahsî ve süflî menfaatlere âlet olamaz, güneş gibi hakikat-ı imaniye ve Kur'âniye yerdeki muvakkat ışıkların câzibesinde tâbi ve âlet olmadığı gibi, o hakikatı tanıyan Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemez.

Evet, Risale-i Nur'un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı, imanî olan hakikatlariyla gayet kat'i ve en mütemerrit zındık filozofları da imana getiren kuvvetli burhanlarla Kur'ân'a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur'u hiçbir şeye âlet edemeyiz ve bilfiil öyleyiz.

Heyet-i hakime,

Bin senedenberi Kur'ân'ın bayraktarı ve mücahidi ve âlem-i İslâmın kahraman mücahidi olan ve Kur'ân'ı cihanın cihet-i sittesinde ilân eden necip ve mübarek kahraman ecdadımızın evlâdlarını Nur-u imandan ayırmak ve İslâmiyet defterine geçen mefâhir-i âliyesine zıt olarak maddî ve mânevî helâketlere mâruz bırakmak olan dehşetli sû-i kastlara ve o kahraman ecdâdın torunları olan bugünkü gençliği ve gelecek nesilleri o şeref-i âliden mahrum etmek olan dehşetli dinsizlik telkinlerine karşı Kur'ân-ı Kerimin on dördüncü asr-ı Muhammedîdeki (a.s.m.) aziz dellâlı ve bu asrın bir hidayet medarı ve bu müthiş zamanın müthiş zulümatına karşı Nur-u Kur'ân'la mukabele eden büyük fedakârı ve Risale-i Nur'un yüzbinler nüshalarını, milyonlar talebelerinin kalemleriyle her tarafta neşredip, dinsizliğe ve küfr-ü mutlaka ve komünizme karşı bir sedd-i Kur'ânî tesis eden muhteşem kahramanı Bediüzzaman Said Nursî ve yüz bin başlar feda oldukları hakikata başımız dahi feda olsun diyerek Nur-u İslâmı söndürmek ve Nur-u imanı yok etmek için yapılan dehşetli zendaka hücumlarına karşı mukabele eden, istibdatlara, icbarlara karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza ve şeref-i imânı âleme ilân eden, Kur'ân-ı mucizü'l-beyandan kalb-i münevverlerine gelen ve iman hakikatlarını güneş gibi parlak delil ve hüccetlerle ispat eden ve Risale-i Nur'la dinsizlik, dalâlet ejderlerine meydan okuyan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, "Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse zendekaya teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyete hiyanet etmem ve hakikat-ı Kur'ân'a feda olan bu başı zalimlere eğmem" diyen ve ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dâvâ ettiği gibi bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyen kahraman-ı İslâm olan üstadımız Bediüzzaman ve Risale-i Nur'dan bizi uzaklaştıracak hiçbir beşerî kuvvet yoktur. Hem Risale-i Nur iki hayatımızın halaskârı ve sermaye-i ömrümüz ve gaye-i hayatımızdır.

Komünistler ve dinsizler kâğıt ve mürekkebi kaldırsalar, eğer mümkün olsa derimizi kâğıt ve kanımızı mürekkep yapıp yine Risale-i Nur'u yazacağız.

Heyet-i hâkime bilsinler ki, halife-i ruy-i zemin Hazret-i Ömer (r.a.) hilâfeti zamanında âdi bir Hıristiyan ile birlikte mahkemede muhakeme oldular.*


Nur Çeşmesi - s.2329

Halbuki o Hıristiyan İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlarına muhalif iken mahkemede onun o hali nazara alınmaması açıkça gösteriyor ki, adalet hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirlik güdemez.

İşte bunun içindir ki mahkemede kahraman-ı İslâm olan Bediüzzaman Said-i Nursî'nin beyanı vechile:

"Ehl-i imandan bütün gelenler maziye gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binaen Denizli mahkemesinde demiştim: Mahkeme-i haşirde milyarlar ehl-i imandan dâvâcılar tarafından, Kur'ân hakikatlarına hizmet eden Nur talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki:

"Serbestiyet kanunlarıyla dinsizlerin, komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cemiyetlerine müsamahakârane bakıp ilişmediğimiz halde, vatan ve milleti, anarşilikten, dinsizlikten ve ahlâksızlıktan, vatandaşları ölümün idam-ı ebedisinden kurtarmaya çalışan Risale-i Nur talebelerini hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz diye sizlerden sorulsa, ne cevap vereceksiniz, biz de sizlerden soruyoruz, diye o zaman onlara demiştim, o zaman o insaflı ve adâletli zatlar bizi beraat ettirdiler."

İşte Hakimler! Bu âli hakikatlara rağmen bize deseniz ki, sizi mahkemeye sevk ettirmek ve biçilmiş bir kaftan giydirmek istiyorlar. Bu takdirde şu âyet-i kerimenin kale-i kudsiyesine iltica ediyorum...

17.2.1953. Urfa, Yusuf Paşa Mahallesinde Hüsnü Bayram


BİR ZEYL

İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'ân'dır

Sual: Gayet müdakkik birkaç zat dediler ki: Bu filozoflar gibi yüzer tane mütefekkir filozofların kat'i kanaatle tasdiklerinin verdiği kuvvet ve kanaat binler gâvur filozofların inkârları bir zarar vermiyor mu? Bir şüphe getirmiyor mu?

Elcevap: Âyetü'l-Kübrâ risalesinin başında mukaddemedeki izaha havale edip burada kısaca cevap veriyoruz...

"Müsbet meselede ispat edici iki adam menfice inkâr yoluna sapan binlere tereccüh eder" diye bir kaide-i mukarreredir. Meselâ, Ramazan'ın başındaki hilâli gören iki şahit ispat cihetinde görmeyen ve nefyeden binler adamın inkârını hükümden iskat ettiği gibi Carlyle ve Bismarck'ın Kur'ân'ı ve Risalet-i Muhammediyeyi ispat suretinde tasdikleri yüzbin nefyeden münkir filozofların inkârı değil bir şüphe, belki bir vesvese vermemek gerektir. Hem meselâ bir iki adam ispat suretinde deseler: "Pek hârika ve semavata yol açan bir maden dünyada var." Yerini veya nümunesini göstermekle kolayca dâvâsını ispat ettikleri ve onu inkâr edenler bütün dünyayı aramak taramakla hiçbir yerinde bulunmadığını göstermekle ve binler müşkilâtla o menfi dâvâlarını ancak ispat edebilirler.

Aynen bu misâl gibi, Bismarck ve Carlyle ve emsallerinin hakaik-i Kur'âniye ve risalet-i Muhammediyeyi ispatları gayet derecede kanaat verir. Ve o hakaik-i müsbeteyi nefyeden binler münkirlerin dâvâlarını hiçe indirir. O münkirler âlem-i gayb ve şehadeti aramak taramakla, bin müşkilâtla o menfi dâvâyı ancak ispat edebilmeleri için onların inkârları hiçbir ehl-i imana hiçbir vesvese ve vehim vermemek lâzım gelir. Hem ispat ediciler birbirine kuvvet verdikleri için Carlyle ve Bismarck gibi gayrimüslimler milyonlarca ehl-i iman filozofların ispatına dayanıp kuvvet alıyorlar. Nefyedici münkir ise birbirine kuvvet veremez.

"Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar."

Onun için hadsiz ehl-i inkâr değil, bu hadsiz ehl-i ispata karşı gelemez. Bu hakikatı Risale-i Nur çok yerlerde ispat ettiği için kısa kesiyoruz.

Said Nursî


ZEYL

Bediüzzaman Said Nursî, kırk sekiz sene evvel Şam'da Cami-i Emevide Hutbe-i Şamiye namındaki nutkunda dâvâ etmiş ki; "İstikbalin hakim-i mutlakı Kur'ân'dır." Gayet kuvvetli delillerle o dâvâyı ispat etmiş (Buna ait yazı; Risale-i Nur Müellifi Said Nur adlı eserde "İstikbâlin hâkim-i mutlakı Kur'ândır" başlıklı yazının 74-75'inci sayfalarında kısmen münderiçtir.) Delillerin birisi, Avrupa ve Amerika'nın en meşhur filozoflarının, Kur'ân'ın emsâlsiz ve ayn-ı hakikat bir kitap olduğunu tasdik etmeleridir. Prens Bismarck ve Mister Carlyle gibi çoklarını bu dâvâya yüzer şahit göstermiş.

Sebilürreşad'ın 1 Nisan 1953 tarih, 167'inci sayısında intişar eden, Avrupa ve Amerika filozoflarının, en büyük âlimlerinin mühim bir kısmının, Kur'ân hakkındaki sözleri, Said Nursî'nin elli sene evvelki dâvâsına tasdikkârane bir ilânat


Nur Çeşmesi - s.2330

hükmünde olmuş olduğundan bu, Risale-i Nur Müellifi Said Nur adlı esere ilhakı münasip olur.

Çünkü; yani, fazilet odur ki, düşmanlar da onu tasdik etsin. Mezkûr ilânatın aynısı naklediliyor:

O derece ki, bugünkü medenî cemiyetler, Kur'ân'ın yüksek hakikatlerini, yüksek terakki ve medeniyet düsturlarını tatbik edebilecek seviyeye henüz erişememişlerdir. Bu büyük hakikatı meşhur İngiliz mütefekkiri Bernard Shaw şöyle ifade etmişti:

"Demokrasiyi en ileri götüren millet İngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlıktır."

Prens Bismarck da şöyle demişti:

"Ben Kur'ân'ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde büyük hakikatler gördüm. Sana muasır bir vücut olmadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!"


Bu da Kur'ân mütercimi Doktor Maurice'in sözüdür:

"Bizans Hıristiyanlarını içine düştükleri bâtıl itikatlar giryesinden ancak Arabistan'ın Hira dağından yükselen ses kurtarabilmiştir."

"Kur'ân, hikmet-i ezeliyenin inayet ile insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beşerin refahı nokta-i nazarından, Kur'ân'ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ulvidir. Kur'ân'ın hergün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, hergün daha fazla anlaşılan, fakat bitmeyen esrarı vardır."


Bunlar da Garbın en benam mütefekkir ve âlimlerinin sözleridir:

"Kur'ân serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in tebliğ ettiği dâvet, hak ve hakikattir."

Caryle

"Kur'ân'ın nazarında satvetli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Bu gibi esaslarla öyle bir teşri vücuda gelmiştir ki dünyada bir naziri yoktur. Müslümanlık, bugünkü inkişafı fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir."

Meşhur İngiliz muhabiri Edward Gibbon'nun
Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu eserinden


"Hâlikın hukuku ile mahlûkun hukuku ancak Müslümanlık tarafından tarif olunmuştur."

Marmadüce


"Yeni keşfiyat, yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan, yahut halline uğraşılan mesail arasında bir mesele yoktur ki İslâmiyetin esaslarıyla taarruz etsin. Kur'ân-ı Kerim ve talimi ile kavanin-i tabiiye arasında bir âhenk görülmektedir."

Levazaune


"Kur'ân, ahlâk ve felsefenin bütün esasatını camidir."

Müsteşrik Sedio


"Kur'ân öyle bir sestir ki onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir."

Doktor Johnson


"Kur'ân'ın ulviyeti, onun cihanşümul hakikatindedir."

Carlyle


"Kur'ân, akaid ve ahlâkın insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir. Zaman ve mekân itibariyle birbirinden çok uzak, fikrî inkişaf itibariyle birbirinden çok farklı insanlara harikulâde bir hassasiyet ilham eden Kur'ân, muhalefeti istihsana kalb eden Kur'ân, muhtelif kavimleri medenî bir millet haline getiren Kur'ân, en şayan-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. Kur'ân, beşerin mukadderatıyla meşgul âlimler için, tetebbua şayan en faydalı mevzu sayılır."

Meşhur İngiliz âlimi Doktor Steingas


"Kur'ân bizatihi daimî bir mucizedir. Bir mucize ki ölüleri diriltmekten daha çok yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu isbata kâfidir."

Kur'ân'ın münekkid ve mütercimi Corselle


"Kur'ân, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevidir. Kur'ân sayesinde Müslümanlar devletler kurmuşlar, muazzam şehirler inşa etmişler; Avrupa'yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir."

İngiltere'nin en mutaassıp papazlarından