Rumûz - s.2343

Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki, milyarlar huyut-u burhandan teşekkül etmiş şu habl-i metini kesebilsin? Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin herbiri bir burhan veya berâhin ile hakikat olarak görmüşler. Demek, onların bütün burhanları sarsılmaz bir burhandır. Çünkü o burhanları tanımasa da, vücutlarını bilir. Hadsin zengin bir menbaıdır.

İkinci menba: Kâinatın bütün şehâdâtıdır.

Üçüncü menba: Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menbalar vardır.

İşte bu hads, bütün menâbii söndürülmezse sönmez. Şüphe bir delili, yüz delili atsa da, medlûle iras-ı zarar edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kaim değildir.

Zihnin cüz'iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla ispatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berâhînin vazifesi menfîdir. Matlabı tavzih eder, tasfiye eder. Bazan da takviye eder.

Tetkik iki çeşittir: Biri gittikçe nûrun alâ nur tenevvür eder; diğeri gittikçe şübehâtın zulümatına düşer. Meselâ, bir tatlı suyun menbaı var. O menbadan binlerce cedâvil ve cetvellerden şûbeler teferrû ederek çok yerlerde dolaşıp, bazı eczâ-i âharle bulaşmış. İşte bir adam menbaı gördü, tattı, hakkalyakînle tatlılığını anlamış. Teşaubâtın ittisâlini derk etmiş. Sonra hangi cetvele, yahut herhangi fer'e rastgelse, ednâ bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir-tâ aksi kat'î bir delille tebeyyün edinceye kadar. O vakit "Başka madde karışmış" der. Bu nevi nazar ve tetkik, imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder.

İkinci nazar: Menbadan aşağı inmeye bedel, aşağıda gezer. Bu ise hangi fer'e rastgelse, acılığına bir emare görse, şüpheye düşer, tatlılık için delil-i kat'î arzu eder. Heyhât! Her yerde burhan ele gelmez. Böyle incecik bir fer'e cesîm bir neticeyi bindirmek ister. Git gide şüphe, emniyetsizlik tezayüd eder. Hem de akl-ı nazar penceresiyle eşyaya bakar. Halbuki mahall-i iman olan kalb, hads ve ilham gibi isimlerle tâbir edilen bir hiss-i sâdise-i bâtıniye ile hakaike bakar ki, enbiyada vahiy o hisse göredir.

Nazar-ı aklî kendi desatiriyle çok fakirdir ve dardır. Pek çok hakaike karşı kasır olur. Kavrayamadığından, "Hakikat değil" der, reddeder.

Bir insî tarafından soruldu: "1 Halbuki kâfir Müslümana galebe eder."

Elcevap: Sıfat-ı kelâmdan gelen evâmir-i teşriiyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, sıfat-ı iradeden gelen evâmir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Evvelkide mükâfat ve mücazat galiben âhirette olur; ikincisinde ağlebi dünyada olur.

Meselâ, sabrın mükâfatı zaferdir. Atâletin mücazatı sefalettir. Sa'y ve sebatın sevabı, servet ve galebedir. Şu halde, kâfirin evamir-i tekviniyeye karşı itaati, Müslümanın evamir-i tekviniyeye karşı isyanına galebe etmiştir. Bir müslim, herbir sıfatı Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi, bir kâfirin herbir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş'et etmek lâzım değildir. Veyahut galebesi ona istidraçtır, Müslümana tathîrdir.

"Şu âlemin ihtilâli nedir?"

"Sa'yin sermaye ile mücadelesidir."

"Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?"

"Evet, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ, karz-ı hasen şerâit-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir."

"Gâvurlardaki iki cereyanları nasıl görüyorsun?"

"Şimdilik biri necis, biri encestir. Tâhir-i mutlak yalnız desâtir-i İslâmiyettir."

"Öyleyse iki cereyana da lânet!"

"Evet. Lâkin bize bulaşmış olan encesin temizliği hesabına, onun izalesine çalışan necise necis demekle onu da kendimize sıçratmak, maslahat olmasa gerektir. Meselâ, bir hınzır seni boğuyor. Bir ayı da onu boğuyor. Ayının bağrına dürtmekle kendine musallat etmek, akıldan ziyade cünundur. Zaten bir cinnet-i müstevliye dünyaya dağılmıştır."

"Küfrün inşikakından ne görüyorsun?"

"İttihad-ı İslâm."

"İttihad-ı İslâm nedir?"

"İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale mümted bir meclis-i nurânîdir ki, el'an üç yüz milyondan fazla bulunur ki, gafletlerinden nâşi gayr-ı meş'ûr bir surete girmiş olan bir rabıta-i metin ile birbiriyle merbutturlar. Misak-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o cemiyete dahil olmuşuz, ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi, Resul-i Ekremdir (a.s.m.). Kanun-u esasîsi, Kur'ân-ı Azîmüşşândır.

Bütün efrad mâbeynindeki rabıta-i nuraniyeyi şuurî bir surette ihtizaza getirmekle bütün o şubelere ifaza-i nur etmek zamanı gelmiştir.

İşte kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâmın haceru'l-esvedi Kâbe-i Mükerremedir.


Tiryak - s.2344

Ve dürretü'l-beyzâsı Ravza-i Mutahharadır. Mekke-i Mükerremesi Ceziretü'l-Araptır. Medine-i medeniyet-i münevveresi, Devlet-i Osmâniyedir.

Bir zaman, İslâmiyetin secâyâ, revâbıt, mehâsin-i ahlâkına işareten rumuz tarikiyle şöyle demiştim:

Eğer şu Kâbe'nin ziynet ve nakşını görmek istersen, işte bak: Hayâ ve hamiyetten neş'et eden civanmerdâne humret; hürmet ve rahmetten tevellüd eden mâsumâne tebessüm; cezâlet ve melâhattan hasıl olan ruhânî halâvet; aşk-ı şebâbîden, şevk-i baharîden neş'et eden semavî neşe; hüzn-ü gurubîden, ferah-ı sıhrîden vücuda gelen melekûtî lezzet; hüsn-ü mücerredden, cemal-i mücellâdan tecellî eden mukaddes ziynet birbiriyle imtizaç edip, ondan çıkan levn-i nurânî, o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâbe-i saadetteki tâk-ı muallâsındaki, kavs-ı kuzahındaki elvân-ı seb'anın lâcivert ve yeşil levninin timsâlini göreceksin. Lâkin ittihad cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır; imtizac-ı efkâr marifetin şuaıyla olur.

Yüksekten bakmak isteyen dessas bir papaza cevap

Bir adam seni çamurda düşürmüş, öldürüyor. Ayağını senin boğazına basmış olduğu halde istifham-ı istihfafıyla sual ediyor ki: "Mezhebin nasıldır?" Buna cevab-ı müskit, küsmekle sükût edip yüzüne tükürmektir. Tükürün İngiliz-i laînin o hayasız yüzüne!

Ona değil, hakikat namına şudur:

S - Din-i Muhammed nedir?
C - Kur'ân'dır.
S - Fikir ve hayata ne verdi?
C - Tevhid ve istikamet.
S - Mezâhimin devası nedir?
C - Hurmet-i riba ve vücub-u zekâttır.
S - Şu zelzeleye ne der?
C -  2  3


Mücahid bir hayvan mersiyesi

4

İşte o cünuddan bir gazi-i şehid,
Nev-i hayvandaki meymun-u saîd.
Ey maymun-u meymun!
Kâfirleri mahzun, Yunan'ı da mecnun eyledin.
Öyle bir tokat vurdun ki, siyaset çarkını bozdun.
Lloyd George'u kudurttun.
Venizelos'u geberttin.
Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun ki, küfrün ordularını, zulmün leşkerlerini bir hamlede havaya fırlattın.
Başlarındaki maskelerini düşürüp maskara ederek, bütün dünyayı güldürdün.
Cennetle mübeşşer olan hayvanların isrine gittin.
Cennette saîdsin; çünkü gazi ve şehidsin.

Mühim bir nokta

İslâm gaflet edip küstü. Hıristiyanlık dini fen ve medeniyeti kendine mal edip, iki silâhla galebe çaldı. Şimdi şarkta müthiş bir silâh imal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hıristiyanlık İslâmiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

Cumhur-u avâma müteveccih olan bir fikir, bir kudsiyet almazsa söner. O desâtîre kudsiyet verecek iki muazzam rakîb-i dîn var. Şu keskin fikir, gözünü açtığı vakit hasmını ve hasmının elindeki silâhını Hıristiyanlık dini bulmuştur. Öyleyse o fikir kudsiyet almak için İslâmiyete dehalet etmeye mecburdur.


TİRYAK

Me'yusiyet Ve Enaniyet Hastalığını İzale Eden, İhlâs Ve Teselli Mayasıyle, Yedi Kavanozdan Alınan İmanî Bir Tiryak.


Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesinden bir parçadır.

Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebettar olmasından buraya derc edilmiştir.

Risalet-i Ahmediyeden (a.s.m.) bahs eden bu gelen On Dokuzuncu Söz, gerçi derc edilen On Yedinci ve On Sekizinci Sözlerden sonra ise de, kudsiyetine binaen bunlardan mukaddem oldu.

Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezele ve Hakîm-i Ezeliye ve Rahman-ı Lemyezeliye elyakdır ki...5


Tiryak - s.2345

Bu kelime-i âliye üssü'l-esas-ı İslâmiyet olduğu gibi, kâinat üstünde temevvüc eden İslâmiyetin en nurâni ve en ulvi bayrağıdır.

Evet, misak-ı ezeli ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu menşur-u mukaddeste yazılmıştır.

Evet, âb-ı hayat olan İslâmiyet, bu kelimenin ayne'l-hayatından nebean eder.

Evet, ebede namzet olan nev-i beşer içinde saadet-i saray-ı ebediyeye tayin olunanların ve o saadetle tebşir olunanların ellerine verilmiş bir ferman, bir vesika-i ezelidir.

Evet, kalb denilen ve âvalim-i gaybe karşı olan pencerede kurulmuş olan latife-i Rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranî ile Sultan-ı ezeliyi ilan eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beliğidir.

Evet, vicdanın esrarengiz olan nutk-u belîğanesini cemiyet-i kâinata karşı vekâleten terennüm eden hatib-i fasihi ve kâinata hâkim-i ezeliyi ilân eden imanın mübelliğ-i beliği olan lisanın elinde bir menşur-u lâyezalidir.

İşaret: Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sadıktır. Ve birbirini tezkiye eder. Evet, Uluhiyet, nübüvvete burhan-ı limmidir. Muhammed Aleyhisselâm da Sâni-i Zülcelâle zatı ile, lisaniyle burhan-ı innidir.


On Dokuzuncu Söz

Risalet-i Ahmediyeye dâirdir.6


[Otuz Birinci Söz'den]

Mu'cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) Zeylinin bir parçasıdır.

HÂTİME

Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) delaili hakkında olup, Mi'rac Risalesinin Üçüncü esasının nihayetindeki üç mühim müşkülden birinci müşküle ait suale muhtasar bir fihriste suretinde verilen cevaptır.

Sual: Şu mirac-ı Azîm niçin Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur?

Elcevap:

ŞU BİRİNCİ MÜŞKÜLÜNÜZ: Otuzüç adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada...7


En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâma taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasilerden ve hayat-ı içtimaiye ile çok alakadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupada toplanan bir kongrede (mühim ecnebi filozoflar) Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de, Arabî ifadenin altına ilave ediyoruz.

Nur Çeşmesinin ahirinde yazılan ecnebi filozoflardan kırk üç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman filozofun beyanatı ile, kırk beş tane şâhid-i sadık oluyor.

Tercümesinin bir hülasası: Evet Garp uleması ve filozofları itiraf ve ikrar etmişler ki İslâmiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir.

Hem Külliyetü'l-Hukuk Kongresinin cemiyetinde bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi filozof el-üstaz Şebol demiş ki:

"Muhammed'in (a.s.m.) beşeriyete intisabiyle bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünkü o Zat, ümmi olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek en mes'ud, en saadetli oluruz."

İkincisi: Veyahut Nur Çeşmesinin âhirine ilave edilenlerle kırk beşincisi olan Bernard Show demiş: