![]() ![]() ![]() |
Tiryak - s.2349 |
sen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakta İslâmiyeti inkâr ve dindar, kahraman bir milyar ecdatlarımızı ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı?" diye yazdığım (Bir İhtar) ta'birimden kararnamede, hiddet edenlere ihtar ederim.
Musibetimin Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep, emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ile, yüzde ve belki binde bir imkân ile, hatta o uzak imkânatı vukuat yerine koyup bazı mahrem risalelerimden ve hususi mektuplarımdan ve Risale-i Nurun yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesini, yanlış mânâ vererek, bir senet gösterip bizi itham ve cezalandırmak istiyorlar.
Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şakirtlerini işhad ederek derim:
İstanbul'u işgal eden İngilizin başkumandanı İslâmlar içine ihtilaf atıp, hatta şeyhülislâmı ve bir kısım hocaları birbiri aleyhine sevk ederek i'tilafçı ve ittihadçı fırkalarını birbiri ile uğraştırarak Yunanın galebesine, harekât-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi tab ve neşretmekle, o İngiliz başkumandanının dehşetli plânını kıran; ve o kumandanın idam tehdidine karşı geri çekilmeyen; ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmayan ve esarette, Rus'un başkumadanına başını eğmeyen; ve o başkumandanın idam kararına ehemmiyet vermeyen; ve 31 Mart hadisesinde, sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harb-i Örfî'de, mahkemedeki paşaların:
"Sen de mürtecisin. Şeriat istemişsin, öyle mi?" diye suallerine karşı idama beş para kadar ehemmiyet vermeyip cevabında:
"Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki, ben mürteciyim. Ve şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım" diyen; ve o büyük zabitleri hayretli takdire sevkedip idamını beklerken beraetine karar verilen ve tahliye olunup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek, "Zâlimler için yaşasın Cehennem!" diye yolda bağıran ve Ankara'da, divan-ı riyasette-Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi-Mustafa Kemal hiddetle ona:
"Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin" demesiyle Mustafa Kemal'e karşı:
"İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir" diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran, ve altı vilayet zabıtasınca ve hükûmetçe asayişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen; yüzbinlerle Nur şakirtlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen; yalnız bir küçük talebenin haklı bir müdafaada küçük bir vukuatından başka hiçbir şakirdinde bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise mahpusları ıslah eden. Ve Risale-i Nurdan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber; menfaatten başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve muhtelif tarihlerde üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve nurun kıymetini bilen yüz bin şakirtlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle ispat eden ve münzevi, mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören, ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir kefaret ve hayat-ı bakiyesine bir medar arayan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden masumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tazip edenlere hattâ beddua da etmeyen bir adam hakkında; bu ihtiyar, münzevi, asayişi bozar emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir. Öyleyse, suçludur; diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm etmek isteyenler, elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkame-i Kübrada hesabını verecekler.
Acaba bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaate getiren; ve kırk sene evvel, bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan, dalkavukluk etmeyen ve mahkemelerde, "Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve hergün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millete ve İslâmiyete hiyanet etmem. Hakikat-ı Kur'ân'a feda olan bu başımı, zalimlere eğmem" diyen ve Emirdağında, beş-on âhiret kardeşi ve üç-dört hizmetçilerden başka kimse ile alakadar olmayan bir adam hakkında ittihamnamede, bu Said Emirdağ'ında gizli çalışmış, asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş; yirmi adam da etrafta onu methedip hususi mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o bir siyaset çeviriyor; diye emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste, tecrid-i mutlakta ve mahkemede konuşturmamakla ta'zib edenler, ne derece haktan ve adaletten
Tiryak - s.2350
ve insaftan uzak düştüklerini ehl-i adalet ve insafın vicdanlarına havale ediyorum.
Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü ammeye mazhar ve eski zamanda bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve Ayasofya camiinde, elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağında çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın ve seksen yaşında iken âhiret işini bırakıp, siyaset entrikalarıyla uğraşsın, ve yakın olduğu kabrine nurlar yerinde, lüzumsuz zulmetleri doldursun... Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.
Dördüncü musibetim: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmaya çalışanlara diyecektim ki: Üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler, "şapkayı başına koy." Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde (Afyon müstesna) bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene, bazı dinsiz zalimlerin o bahane ile bana gayr-ı resmi çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairelerde memurlar ve bere giyenler şapka giymeye mecbur olmadıkları ve hiçbir maddi maslahat giymesinde bulunmadığı halde benim gibi bir münzevi ve bütün müçtehidlerin ve umum şeyhü'l-İslâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilavesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait mânâsız bir adetle tekrar beni cezalandırmaya çalışan; ve çarşıda, Ramazan'da, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye, kendine kıyas edip resmen men etmek vazifesi iken ilişmediği halde; bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir kıyafetim için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedisini ve kabrin daimi haps-i münferidini gördükten sonra, Mahkeme-i Kübrada ondan bu hatası sorulacak.
Beşinci musibetim: Otuz üç âyât-ı Kur'âniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyetini ve İmam-ı Ali Kerremellahu Veche ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi evliyanın takdirlerini ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini ve yirmi senede millete ve vatana zararsız pek çok menfaatlı olmakla menfaatını, yüksek bir mertebeyi kazanan Risale-i Nuru, sinek kanadı gibi bahanelerle bazı risalelerinin müsaderesine, hatta dört yüz sayfa olan ve yüzbin adamın imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren Zülfikâr Mu'cizat Mecmuasını, içindeki eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin haklı tefsirine dair iki sayfa bahanesiyle o pek çok menfaatli ve kıymettar mecmuanın müsaderesine çalıştığı gibi; şimdi de, nurun kıymettar risalelerinden herbirisinin bin kelime içinden bir-iki kelimesine yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli Risalenin müsaderesine çalışıldığı bu üçüncü iddianameyi işiten ve neşrettiğimiz kararnâmeyi gören tasdik eder. Biz dahi
deriz.
Altıncı musibetim: Nurun şakirtlerinden bazılarının fevkalade iman hüccetlerini ve sarsılmaz aynelyakin ulum-u imaniyeyi Nurlarda görüp istifade ettiklerinden; bu biçare tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nevinde ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medh etmeleriyle beni suçlu gösterene derim:
Ben, âciz, zayıf gurbette, menfî, yarım ümmi ve aleyhimde propaganda ile halkı benden ürkütmek halleri içinde, Kur'ân'ın ilaçlarından ve imanın kudsi hakikatlarından dertlerime tam derman olanlarını kendime bulduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlatlarına dahi tam bir ilaç olduğuna kanaat getirdiğim için o keymattar hakikatları kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiye bana sadık, has, metin yardımcıları verdi. Elbette ben onların hüsn-ü zanlarını ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak, o hazine-i Kur'ânîden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye, o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların, adi ve müflis şahsıma karşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevi mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nura ve has şakirtlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve, bana, benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba, hiçbir kanun müstenkif olan ve razı olmayan bir adamı, başkaların onu methetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun namına hareket eden resmî memur beni suçlu yapıyor.
Hem neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin elli dördüncü sayfasında; hem Nurun mesleğinde, hiçbir cihette benlik, şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. "Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamatı dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" diye kararnamede, yazdıkları
Tiryak - s.2351
ve yine kararnamede, yirmi ikinci ve üçüncü sayfasında; kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade biçare, âciz, kusurlu görüyorum. O halde bütün halk beni medh ve sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim; sahib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakiki şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve su-i hallerini söylemeyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en edna bir nefer gibi bu şahsımı, esrar-ı Kur'âniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden edna, vazife cümleden âlâ." Fıkrasını kararnamede yazdıkları halde beni, başka zatların medhiyle ve Risale-i Nur mânâsıyla, bana bir hidayet edici vasfını vermekle beni suçlu yapanlar; elbette bu hatalarının cezasını dehşetli çekmeye müstehak olurlar.
Başıma gelen musibetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur Risaleleri, Denizli ve Ankara Ağır Ceza ve Temyiz mahkemelerinin ittifakiyle beraet ettiğimiz ve umum Risale ve mektuplarımızı bize iade ettikleri ve Temyizin bozma kararında, "Denizli beraetinde farâza bir hata dahi olsa, o beraet ve hüküm kat'iyet kesb etmiştir. Daha tekrar mahkeme edilmez" dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki-üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak beş-on dakika bazı dindar zatlardan başka zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere, Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka muhabere etmeyen; ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektuptan başka yazmayan ve yirmi-otuz senedenberi devam eden te'lifini bırakan yalnız, bütün ehl-i Kur'ân ve imana menfaatlı yirmi sayfalık iki nükte (biri Kur'ân'daki tekrarların hikmeti, diğeri melekler hakkındaki bazı meseleler)den başka hiçbir risale daha telif etmeyen ve yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harfle tab edilen Âyetü'l-Kübrâ'nın beş yüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i İslâmın istifadesi fikriyle, kardeşlerime neşir için teksirine izin vererek onların tashihleriyle meşgul olan, ve kat'iyen hiçbir siyasetle alakadar olmayan; ve memleketine gitmek için resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnamedeki asılsız isnatlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânâlarla o adamı suçlu yapmaya çalışanda (şimdilik söylemeyeceğim) dehşetli iki mânâ hükmettiğini bu yirmi ayda bana karşı muamelesi ispat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter. Mahkeme-i kübraya havale ediyorum.
Sekizinci musibetim: Beşinci Şua, iki sene Denizli ve Ankara mahkemelerinin ellerinde kalıp sonra bize iade ettiklerinden, Denizli mahkemesinde beraetimizi netice veren müdafaatımla beraber Siracü'n-Nur ismindeki büyük mecmuanın ahirinde yazılmış. Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat madem mahkemeler onu teşhir edip beraetle bize iade ettiler; demek, bir zararı yoktur, diye teksirine izin verdim. Ve o Beşinci Şuanın aslı, kırk-elli sene evvel yazılmış müteşabih bir kısım hadislerdir. Fakat ümmette eskidenberi intişar eden bir kısmına gerçi bazı ehl-i Hadis za'fiyet isnat etmişler; fakat, zahiri mânâları medar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i imanı şüphelerden kurtarmak için yazıldığı halde, bir zaman sonra, onun harika te'villerinin bir kısmı gözlere göründüğü için, biz onu mahrem tuttuk. Tâ yanlış mânâ verilmesin? sonra müteaddit mahkemeler onu tetkik edip teşhirine sebep olmakla beraber; bize iade ettikleri halde, şimdi beni tekrar onun ile suçlu yapmak ne kadar adaletten, haktan, insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm etmek isteyenlerin ve edenlerin vicdanlarına ve onları dahi Mahkeme-i Kübraya havale ederek deriz.
Dokuzuncu musibetim: Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler, Risale-i Nuru mütalaa ettiklerinin hatırı için onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.
Onuncusu: Kuvvetli ve ehemmiyetlidir. Fakat yine onları küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım.
Tecrid-i mutlakta mevkuf Said Nursî
Isparta'nın âdil valisine ve adliyesine ve zabıtasına, en mahrem ve en has ve halis kardeşlerime mahsus olarak, yirmi iki sene evvel Isparta'nın Barla nahiyesinde iken yazdığım gayet mahrem bu risaleciğimi, Isparta milletiyle ve hükûmetiyle alakadarlığını gösterdiği için takdim ediyorum: Eğer münasip görülse, ya yeni veya eski harfle daktilo ile birkaç nüsha yazılsın ki; yirmi beş, otuz senedir esrarımı arayanlar ve tarassud edenler de anlasınlar, gizli hiçbir sırrımız yok. Ve en gizli bir sırrımız işte bu risaledir, bilsinler.
Said Nursî