1111. Ben, onun eliyle kırılmaktan şikayetçi değilim.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün 

(c. V. 2250)

• İnsafsız ve imansız aşk, gece yarısı beni yakaladı. Damdan beni bin kere odaya çekti, aldı. Sonra beni odadan aldı, köyün dışına çıkardı.

• 0 beni gece gafıl avladı. Öyle vakitsiz, öyle ansızın geldi ki, neye uğradığımı anlayamadım. Bir testinin kulağını tutar gibi kulağımı sıkıca tuttu.

• Zaten, ben ona bir testi gibi teslim olmuşum. 0 bigane isterse doldurur. Testi, sucunun esiridir. Ondan nasıl kaçabilir?

• Sucunun canı isterse, taşlar atar, testiyi kırar. Sahibi odur. Her şey onun elindedir. Fakat, ben onun testisi olduğum için memnunum. Ben onun eliyle kınlmaktan şikayetçi değilim. Bilakis seviniyorum. Beni zevkle, şevkle yenı-den yapmasından da memnunum.

• Testi, ırmağın içinde çalkalanmak, dalgalar yutmak, hevesiyle, binlerce canla, binlerce gönülle, iki kulağını da ırmağa teslim etmiştir.

 

1112. Rum da, Türk de kıyamete kadar senin sofranda yesinler, içsinler.

Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün, Fa'ilat 

(c. V. 2244)

• Ben, senin gülen dudaklarına doymam, doyamam. 0 senin güler dudaklarına, dişlerine binlerce aferin.

• Ey oğul, hiç kimse kendi canına doyar mı? Sen, benim canımsın. Çünki senin canınla benim canım, birdir.

• Susuzum, içtikçe içiyorum, kanmıyorum. Benim ölümüm de sudandır, diriliğim de sudandır. Sen suyunu devrettir, döndür! Ben senin suyu döndürüşünün kuluyum, kölesiyim.

• Bana peşkeş çekiyorsun, armağan sunuyorsun. Sen armağan olarak bana kendini sun da, ben senin gömleğinden baş çıkarayım.

• İki elim de yoruldu, işten güçten kaldı. Ama zaten ellerim benim değil, senindir. Senin nefesin, senin hikayen olmadıkça, benim elim ne işe yarar?

• Senin aşkın; "Ey dost!" dedi. "Bizim evimize gir de, hiçbir hırsız evimize girmeyi düşünmesin."

• Ben de ona dedim ki: "Ey ayağı uğurlu aşk! 'Senin kapının bekçisi benden incinmesin.' diye ben bu kapıya halka olurum."

• Bu sözüme aşk şu cevabı verdi: "Bilirim, sen halka gibi kapının üstündesin, hem de gönlümün içindesin. Sen hem dıştasın, hem içtesin. îki vatan da senin yerin yurdun, malın, mülkün."

• Sus artık, söyleme, yeter! Rum da, Türk de kıyamete kadar senin yesinler, içsinler.

1113. Seni dertlerle, belalarla imtihan edişim, seni sevmediğimden ötürü değildir; senin olgunlaşman içindir.

Fa'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilatün, Mefa'îlün 

(c. V. 2259)

• Çabuk ol, vefakarlık davulunu çal, çünkü senin beklediğin günler geldi. Erguvan çiçeklerin açıldı. Haydi sen de erguvan renkli şarabı sun!

• Senin bağının tatlı üzümlerinden sıkıp şıra çıkaralım. Genç taze ağaçlarından meyveler toplayıp, dağıtalım.

• Canı, aklı, lütuf ve kerem sofrasından kovma! Bir iki sinek, sofrasından ne yiyebilir? Onların yemeleri ile sofrandan ne eksilir?

• Bütün insanların dünya mallarına karşı duydukları hırs, tama', senin harmanından ancak bir arpa tanesi değerindedir. Senin mana cihanına nispetle dünya ve ahiret iki küçük köyden ibaret!

• Güneş, bütün gün ışık kılıcını çekip vursa, yine de senin kılıcının korkusundan erir, zerreden daha küçük bir hale gelir, daha da görünmez olur.

• Göklerin canı senin arkanda, yere kapanıp yeri öpünce, yer kanatlanır ama, o, hangi kanatlarla senin göklerine doğru uçabilir?

• Kanadı kırılmış bir halde ortada kalır. Kendisine senden armağan olarak bir kanat gelsin, uçsun diye bekler durur.

• Benim feryadım ne gece, ne de seher vaktinde sana ulaşabildi. Senin gece bekçisinin korkusundan feryadlarım ateşli bir hale gelemedi.

• Halbuki bana vaatlerde bulunmuştun, yeminler etmiştin, sana dualar ederken, yalvarırken, yakarırken göklere çıkmam için merdivenler gelmeyecek miydi?

• 0 nergis gözlerle kuluna baktığın zaman, onun canı mekan aleminden uça da, senin mekansızlık alemine varır.

• Sen de onu okşarsın da, "Ey kendini hüzünlere kaptıran! Bundan sonra ne gam çek, ne de elem! Çünkü gökler bile senin coşkunluğundan, feryadından coştu, feryad etti." dersin.

• Sana merhamet etmede, okşamada anandan, babandan daha ileriyim. San;  onlardan daha fazla acırım. Seni belalarla, dertlerle imtihan edişim, seni sevmediğimden ötürü değildir. Senin olgunlaşman, pişkinleşmen içindir.

• Sana bağlar, bahçeler, cennetler hazırlarım. Dertlerine deva veririm. Sana şu sislerle, dumanlarla gökyüzünden daha güzel, yepyeni bir gökyüzü hazırlarım.

• Ey güzelim, sana söylenecek sözlerin hepsini söyledim. Ama, sözün aslın söylemedim. Çünkü, senin sırrını, senin kendi ağzından duyup işitmeleri daha  iyi olacak.

1114. Onun yüzünün güzelliği karşısında tövbem de, günahım da yandı gitti.

Müfte'ilün,Mefa'ilün,Müfte'ilün,Mefa'ilün

(c.V.2147)

•Seni böyle her an onun tarafına doğru çeken şey nedir; amber mi? Hayır! mı? Hayır! Beni çeken onun kokusudur, onun kokusu!

• Çok kıymetli paha biçilmez bir zincir var. 0 bütün tövbelere düşmandır. Bana tövbeyi bozdurdu. Ben kim oluyorum da tövbe ediyorum. Taş atan o, kırılan testi de onun testisi.

• 0, pek çok tövbeleri bozdurur. Böyle güzele karşı, insan nasıl tövbe edebilir? Perdeler yırtmak, gönüller kapmak, onun huyudur, onun huyudur.

• Tövbem onun içindir. Tövbeyi bozduran da onun sevgisidir. Onun yüzünün güzelliği karşısında, tövbem de, günahım da yandı gitti.

• Akıl ve can ağacının dalları yoktur. Ancak onun bağında bulunur. Ab-ı hayat suyu yoktur. Ancak onun ırmağında bulunur.

• Aşk da, şarapla neşelenmek de ondandır. Her taraftan, her yerden onun aşkının sesi gelmededir.

• Kendini beğenen kimse, kabak gibi büyür, yukarılara tırmanır. Ama insan, kendi varlığından boşalmadıkça onun kabağı (yani başı) irfanla dolmaz.

• Yere düşen, kısalan, uzayan gölge, gölgenin yerde sürünmesi, bir şeyler arayıp durması, hep can güneşinin yüzündendir.

• Aslında, gölge de odur, nur da. Derlenip toplanan, uzayıp giden de odur. Nur, onun yüzünün aksindendir. Gölge de onun saçlarındandır.

• Ey can güneşi, ey can ay'ı! Açıkça perdeleri yırt da, gökler de yedi kat per-desini yırtsın.

• Ey varlığına karşı benim de, benliğin de, senliğin de yok olup gittiği güzel! Benim koynum da, varlığım da, senden başka ne varsa, onların hepsi bana perdedir.

 

1115. Ruhanî doğuşlarda ana rahmi olur mu?

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. V. 2207)

• Aşkın özündeki İslam şivesi, islamî yaşayış tarzı nerede? Aşkı, islamî şekilde yaşamanın zorluklarını açıklayacak bilgi sahibi nerede?

• Kendi gönlündeki miske aşık olan, yani kendinde bulunan güzelden haber olan arş ceylanının yeme bakması, yani dünyanın maddî güzellerine bakması beklenir mi? 0 tuzağın etrafında dönüp dolaşacak ceylan nerede?

• Ayrılık zamanında her gün insana bir sene gibi uzun gelir. Ama, ayrılık geride bırakılınca gece de nedir? Gündüz de nedir?

• Canlı varlıklar, erkeklerle dişilerin buluşmalarından olurlar ve ana rahminden doğarlar. Fakat ruhanî doğuşlarda ana rahmi olur mu?

• Ey sakî; akıl başta iken, aşkı bulmanın imkanı yok. Aşk kadehinin kokusu beni kararsız bir hale getirdi. Karar nerede? Huzur nerede?

• Hac'da ihramın giyilmesinin manası varlık, benlik elbisesini kendinden sıyırıp atmaktır ama, ihramın bu şartını yaşayan, benlikten, varlıktan kurtulan hacı nerede?

• Varlığını atınca, benlikten kurtulunca, gel de sen ruh içinde ruhu gör! Çok çok canlar, hepsi de tek olmuş. Ayrı ayrı bedenlerde yaşayan canlar birleşmiş. Yıldızlar nerede?

• Dereler halinde denize doğru koşup duran, bütün susamış canlar, denize kavuştukları zaman, denizde yok olurlar, bu hakîkati bilen tek varlık nerede?

• Uzak, yakın mesafeler, köyler, şehirler, iklimler, memleketler, çeşit çeşit diller konuşan, çeşit çeşit renkte olan, çeşit çeşit dinler taşıyan insanların hepsi de bu tarafta; denizin öte tarafında ne şehir var, ne iklim, ne de memleketler, insanlar var.

• Bu beden eliyle ne yazarsa mutlaka onu kalemle yazar. Fakat canın kendisine yazdığı yazıda kalem bulunur mu? Kalemler nerede?

• İnsanın aklı da, fıkri de, ondan ayrı düştüğü için, soğumasından ileri gelir. fakat insan, aşk şarabı ile kırışınca, ne akıl kalır, ne fikir.

• Evet, aşk şarabı ile kendinden geçişte bir başka çeşit akıl vardır. Fakat gönlü "yanık bıir kişinin aklı nerede, korkulu ve karışık rüyalara dalmış akıl nerede?

• Kuş, kafeste kaldığı müddetçe bir başkasının emri altındadır. Kafes kırılıp da kuş uçunca, ona verilecek emirler nerededir?

• Akıl başta iken, nefis suçlar işler. Fakat aklın da aklı gelince, nefsin suçları nerede kalır?

• Beden, bedene temas edince, insan, hamama gitmek zorunda kalır, fakat ruhların birleşmesinde hamama ihtiyaç yoktur.

• Aşığın yüzüne vurulursa, bu vuruluş onun canına huzur verir. Onun başına gelen bela, zahmet, meşakkat ona lütuftan, ihsandan başka bir şey değildir.

1116. Canlar Kabesi, taşla, kerpiçle değil, nurla yapılmıştır.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat

(c. V. 2205)

• Aşıklarda uyku olur mu? Öyle olduğu halde, ben dün gece uyudum ve bir rüya gördüm. Rüyamda kendimi Kabe'nin içinde gördüm. "Kabe'nin içinde olduğum halde, mihrap nerede?" diye arayıp duruyordum.

• Karanlık bir gecede, sen Mekke'de bulunan, bildiğimiz Kabe'ye gidince;   "Mum nerede? Ay ışığı nerede?" diye sorar durursun. Ama canlar Kabe'sinın muma, ay ışığına ihtiyacı yoktur.

• Canlar Kabesi taşla, kerpiçle değil, nurla yapılmıştır. Onun parıltısından canın da nurlanır, bütün dünya da nurlar içinde kalır. Fakat, o nura tahammül edebilecek can nerede?

• Canlar dergahı, baştanbaşa nurdan ibarettir. Canlar dergahı kilimle, halı ile değil, akılla, bilgi ile döşenmiştir. Orada bulunan sufîler, başsız ve ayaksızdırlar. Bu yüzden o dergahta ayak patırtısı, nalın tıkırtısı duyulmaz.

• Ey bahtiyar kişi, senin içinde, gizli bir tacın, gizli bir tahtın var. Sen pek büyük bir sultansın. Dünyanın en büyük, en güçlü sultanlarından daha büyüksün, daha güçlüsün.

• Ey gönül kuşu! Onun güzelliğinin bahçesinde uç! Orası emin bir yerdir Orada ne tuzak vardır, ne de sapan taşı!

• Senin fanî bedeninin içinde sana hediye edilmiş, gizli bir define var Kullana çok hediyeler veren, çok ihsanlarda bulunan, o eşsiz, azîz varlığın sana bağışladığı defineyi canında ara!

• Şu balçık bedenden kurtulunca, hemen o gönül bağına girersin. Orada  hoşa giden oyunlar, eğlenceler var.

• Verimsiz, susuz beden toprağını bırakıp gidince, toprağı pek verimli olar can bostanına varırsın, orada çeşmeler akmada, güller, reyhanlar bitmededir.

• Orada, bedenle ilgili olmayan, binlerce güzellikler görürsün, öyle olduğu halde neden; "Kapılar açan Allah'ın cemali nerede?" deyip duruyorsun.

• Ey gafil kişi! Başına belalar gelince, eziyete, mihnete düşünce, çabucak onun kapısını bulup çalıyorsun; sıkıntılar geçince; "0 nerede? Onun dergahının kapısı nerededir?" diyorsun.

• Uyanık ol da, vuslat dalgası seni kapsın. 0 dalgayı kaybedersen; "Nerede sebepler alemi?" deyip durursun.

 

1117. Yaradanla yaratılanın buluşmaları çok şaşılacak bir buluşmadır.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, 

(c. V. 2290)

 

• Dün gece, kuluna verdiğin söz ne oldu? Senin söz verişin, sözünden dönüşün ve güzelliğinin, her üçü de yaşasın, var olsun.

• Cihanı bir bakışı, bir gülüşü ile kendine meftun eden padişahlar padişahının sözünde durmayışından, ahdini bozmasından ne kaygısı olur?

• Ey gönül! Ne istiyorsan iste, lütuflar, ihsanlar hazır, padişah burada. 0 ay yüzlü; "Haydi, git de, gelecek sene gel!" demez.

• Padişahın canına yemin ederim ki; O'nun ihsanı peşindir, ben ondan yarın vadesini duymadım. Gökyüzünde parıl parıl parlayan ayın aydınlık vermeyi unuttuğunu hiç duydun mu?

• Nerede o yardımlar, lütuflar; nerede o hikayeler; ne oldu o açışlar, nerede açan?

• Hepsi de bizde, hepsi de bizimle beraber; biz de kim oluyoruz? Zaten baştan ayağa kadar hepsi biziz. Bir ata sözü var: "Dünyada arayan muhakkak bulur."

• Biz, dedim, aslında biz var mıyız? Biz O'nun ayağının altında öldük. Hayır, yanlış söyledim, O'nun aşkı ile dirilen, hiç ölür mü?

• Padişahın hayali, salına salına yürüdü. Kerpiç de çatladı, taş da. Kuru ağaç bile gülmeye başladı. Kısır kart kadın gebe kaldı, doğurdu.

• Padişahın hayali böyle olunca, artık onun cemalini gör ki, nasıl olur. Hayali, cemalini bize hayalimizde gösterendir.

• Hayali bir mana güneşinin nurudur. Canımıza düşmüş, aksetmiştir. Cemali, sanki dördüncü kat gökte, parıl parıl parlayan güneşin kursudur.

• Yemekteki tuzu, yalnız o yemeği yiyen, ağzına alıp çiğneyen kişi bilir.

• Sevgili ile aşık neye benzerler? Ezelde tanınan şaşılacak bir tanıdık ile ondan ayrı düşmüş bir gafil kişinin buluşmalarıdır. Helalayanla helalananın (=Yaratan ile yaratılanın) buluşmaları, zaten çok şaşılacak bir buluşmadır.

 

1118. Senin hayalinden başka nerede sana eş bulunabilir?

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün, 

(c. V. 2289)

• Önüne bir ayna koymuşsun, hep kendine bakıp duruyorsun. Çünkü sani benzeyen bir başka güzel yoktur. Sen'in aynada görülen hayalinden başka eşin yoktur.

• Ben, Sen'in yüzünün hayalinden başka, nerede sana erişebilir, nerede Sen'i bulabilirim? Çünkü, gönlün de, canın da gözünde görecek güç var ama görülecek yer yoktur.

• Sen, her yerden, her şeyden münezzehsin. Hem de her yerdesin. Her yerde hazırsın, her şeyi görüyorsun. Neliksiz, niteliksiz oluşunun delili, hem yalnızsın hem de her yerde apaçık görünmedesin.

• Sana karşı Sen bir olarak bilinmedesin. Kendime göre ise, isimlerinin tecellisi gereği, Sen'i her yerde müşahede etmedeyim. Sen'in tarafından sana ulaşmak var, kavuşmak var. Benim yönümde ise, ayrılık vardır, ayrılık.

 

1119. Oruç ayı geldi.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. V. 2344)

• Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olar kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.

• Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.

• Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.

•Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum Aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.

• Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.

• Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.

• Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.

• Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun ahı gökleri deler, geçer.

• Oruç kuyusunda sabr eden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır'ında sultan olur.

• Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.

• Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin baş kumandanı sensin.

 

1120. Kuyumcu Selahaddin hazretlerinin vefatı münasebetiyle söylediği mersiye

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilün

 (c. V. 2364)

• Ey ayrılığı ile göklerin, yerlerin ağladığı sevgili! Ayrılığın yüzünden gönül kanlar içinde kalmış, akıl ile can da ağlaşıyorlar.

• Dünyada senin yerini tutacak hiç kimse yoktur. Bu sebepledir ki, senin mateminde hem bu dünya, hem de öteki dünya ağlamadadır.

• Cebrail ile diğer meleklerin kanatlarını mosmor olmuş, bütün peygamberler, bütün velîler senin ölümün için gözyaşı dökmekteler.

• Bu matem içinde öyle bir hale geldim ki, söz söylemeye kudretim kalmadı Yoksa, ağlamanın ne olduğunu ben aleme gösterirdim. Ağlamada, feryad etrnede örnek olurdum.

• Sen bu dünya evinden gidince, devlet, saadet tavanı yıkıldı. Ayrılıkla, ölümle imtihan edilenlere, mutluluk dahi ağlamaya başladı.

• Ey azîz varlık; hakîkatte sen, bir kişi halinde görünen, yüzlerce alemdin Dün gece, senin için o alemin de, bu alemin de ağladıklarını gördüm.

• Sen gözden uzak düşünce, göz de senin arkana takıldı, gitti. Böylece can gözsüz kaldı da, kanlar saçmaya başladı.

• Ağlamamı isteseydin; sana, yağmur gibi gözyaşları dökerdim fakat, gönlümün, kanlar saçarak böyle gizlice ağlaması daha iyi.

• Senin için ağlamak değil, ayrılığınla tulumlar dolusu yaş dökmek, her ar kanlarla erimek, her nefes feryad etmek gerek.

• Yazık, yazık, yazık ki, her şeyi açıkça gören, nur ve imanla dolu olan gözlere, bu fanî gözler ağlamaktadır.

• Ey şah Selahaddin! Ey hızlı uçan devlet kuşu! Yaydan ok gibi fırladın gittin, Şimdi yay da senin için ağlamadadır.

• Selahaddin gibi üstün bir varlığa ağlamayı kimse beceremez. 0 ağlamanın ne olduğunu, insanlara ağlamasını bilen bilir. Herkes o ağlamayı ne bilsin.

1121. Bu gece yarısı gelen kimdir?

Mef'ulü, Mefa'ilü, Mefa'ilü, Fe'ulün 

(c. V. 2336)

• Bu gece yarısı, böyle ay ışığı gibi nurlar saçarak gelen kimdir? Bildim, bildim, bu aşk peygamberidir, mihraptan çıkageldi.

• Aşk peygamberi, bir meş'ale getirmiş de uykuyu ateşlere vermiş, yakmış yok etmiş. Bu nerelerden gelmiş? Bunu kim göndermiş? 0, hiç uyumayan, uyku nedir bilmeyen padişahlar padişahının yanından gelmiş.

• Bu şehre, bu velveleyi, bu gürültüyü salan kimdir? 0, dervişin harmanına sel gibi gelip çatmış.

• Kainatta, varlık aleminde, ondan başka kimse bulunmayan, tek olan, eşsiz olan kimdir; söyleyin! Bir padişah ki, kalkmış, gece yarısı değersiz bir kulunun yanına, bir kapıcının kapısına gelmiş.

• Kimdir bu ki yarattıklarına bir kerem sofrası açmış, herkesi yediriyor, içiriyor. Gülerek dostları davete gelmiş.

• Onun büyüklüklüğü, onun kudreti karşısında, bütün gönüller tirtir titremede. bütün canlar sabırsız. 0 korkunun titreyişinin bir zerresi de cıvaya düşmüş de titreyip duruyor.

• Kullarına gösterdiği yumuşaklık, o lütuf var ya; işte o yumuşaklıktan, o lutuftan bir parçacığı da, sincap postuna nasip olmuş.

• Aşkın getirdiği üzüntüler, gözyaşları, feryadlar; iniltilerden ıslak bir nağme de su dolabına verilmiş de bu yüzden ağlayarak, inleyerek dönüp duruyor.

• Aşkın koltuğu altında bir deste anahtar var. 0 bu anahtarlarla, açılmayan bütün kapıları açmaya gelmiş.

122. Ey gönül! Sen gördüklerinden mi mest oldun, yoksa görmediklerinden mi?

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün 

(c. V. 2406)

• Ey seher rüzgarı gibi sabah vaktinin zevkini gören, o anlardaki ilahî tecellîlerin manasını sezen gönül! Sen gördüklerinden mi mest oldun, yoksa görmediklerin mi? Gördüklerin mi göremediklerin mi seni senden aldı?

• Bazen hayret, şaşkınlık denizine dalmadasın, kendinden geçip gitmedesin bazen tecellî dağının eteğine koşuyor, uğraşıyor; orada hakîkat cevheri, aşk kehribarı görüyorsun.

• Sen, gözden de gönülden de ötelere gitmişsin, sana yüzlerce pencere açılmış. Sen gökten de, yerden de dışarı çıkmışsın, uçup gitmişsin de yüzlerce gökyüzü görmüşsün!

• Denize öyle bir coşkunluk düşmüş, öyle bir sis çökmüş ki, onu seyretmedeki lezzet yüzünden, baş bütün göz kesilmiş.

• Aşk sebebiyle gözden coşup dalga dalga akan yaşlar denize karışmış da ne şaşılacak şey, ne şaşılacak şey! Gözyaşları da, deniz de bir derya olmuş, yahut da deniz bir göz haline gelmiş.

• İki dünya da, onun gözünde bir horozun önüne konmuş bir yem tanesi gibidir. Zaten gerçeği, ululuğu görmüş tertemiz göz de böyle olur.

• Birlik aleminde, isteyen (talip) ile, istenen(matlup)in sıfatlarını ayrı gören kişi, ne isteyendir, ne de istenen.

• Allah'ı kim tanır, bilir? "La"dan, inkardan kurtulan kimse! "'La'dan, inkardan kim kurtulmuştur?" diye sorana de ki; "Belalara düşmüş aşık."

• Hz. Bayezid-i Bestamî'nin "Cübbemin içinde Allah'tan başka kimse yok!" sözünün gerçek manasını Hakk aşığı bilmiş, anlamıştır da, o cübbeyi basit, değersiz bir kaftan olarak görmüş, onu büsbütün üstünden atmak, hakîkî varlığı ile görünmek istemiştir.

1

1123. Aşk baharı geldi, can bahçesine gel de seyret!

Mef'ulü, Fa'ilat, Mefa'îlü,Fa'ilat

 (c. V. 2400)

• Bahçeye gel de güle bak! Lütfetti, kerem buyurdu, alçak gönüllülük gösterdi, dikenin yanına geldi. Sevgili geldiği için de gönül naza, edaya başladı, açılıp saçıldı.

• Ay'ı seyret, eteğini çekerek, nazlı nazlı ötelerden, nurlar aleminden çıkageldi, karanlık geceye konuk oldu.

• Bir de güneşe bak. Yıldızların padişahı olduğu halde çamaşırları ıslak kalan üzgün çamaşırcılardan özür dilemek için bulutların arkasından çıkageldi.

• Bu aşk, ruh gibi, yeryüzüne ötelerden gelmiş bir gariptir. Oda, Hz. Mustafa gibi, kafirleri imana getirmek için gurbete düştü. Şu toprak yurda geldi, kondu.

• 0 güzellik ilkbaharı, bizim kurumuş, perişan olmuş ağaçlarımızı yeşertmek onları diriltmek için lutuflarda bulunmaya, bağışlar saçmaya geldi.

• Bahar gizlidir, görünmez ama, yaptığı işlere bak! Bağ, bahçe onun yüzünden dirildi, onun yüzünden gelişti, yeşerdi, güzelleşti.

• Can bahçesine aşk baharı geldi, yerleşti. Sen de can bahçesine gel de yaptıklarını seyret! Dallara, yapraklara dikkatle bak! Hepsi bir şeyler söylüyorlar, baharın geldiğini bildiriyorlar.

• Onlar neler söylüyorlar, neler bildiriyorlar? "Kıyamet koptu." diyorlar. "Bahçenin uluları, tekrar dirildi." diyorlar.

 

1124. Ey gönül, çeşit çeşit perdelerden çık, sıyrıl!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün 

(c. V. 2414)

• Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa, gidecek yere gidemezsin, evini kaybedersin.

• Yaşamanı o lokmaya bağlı sanırsın, ama aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir.

• Şu dünya çayırlığında pek fazla bayılıp gezme! "Neden gezmeyecekmişim?" de deme! Bu fazla dolaşmalar da can gözüne perdedir.

• Beden tılsımı her zehri bal gibi, şeker gibi gösteriyor. 0, kendini perde arkasında gizleyen bir gelindir. Aslında senin gerçeği görmene bir perde olmuştur.

• Fazla lokmadan elini çekersen, daha fazla hayaller belirir gelir. Daha fazla  hayallere dalarsın. Fakat hayallerden bazıları safa kapısına perde olur.

• Aslında tabiattan gelen hayal, ruh hayalinin yüzünü örter. 0 zaman akıl "Bu cana canlar katan bir perdedir." diye haykırır.

• Ey gönül! Sen, çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başın;  al da; perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın.

 

1125. Aşkı inkar edene inkisar

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. V. 2377)

• Allah'ım! Ona cefacı bir sevgili ver! Onu işveli, serkeş, merhametsiz bir güzele düşür!

• Düşür de biz aşıkların gecelerinin nasıl geçtiğini bilsin, anlasın. Ona aşk gamı ver, aşk ver, hem de çok çok aşk ver!

• Bir kaç gün sen onu hasta et de hastalık neymiş, denesin, sonra onu düzenci bir hekime düşür!

• Onu çöllere sür, susuzluktan dudakları, dili kurusun! Sonra onu taş yürekli bir sakîye sataştır.

• Yolunu kaybettir, şehre varan yollardan uzaklarda kalsın! Sonra onu, boşuna , eğri bir kılavuza rastlat!

1126. Ruhun köşkü!

Müfte'ilün, Fa'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilün 

(c. V. 3024)

• Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bir yıkık yer değildir. Ruhumuz, bizim biricik dostumuz, yarimizdir. 0, bize hiç bir zaman yabancı olmaz.

• Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi yiğit olmayan bir kişi oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir.

• Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden; dünya aşığı değil, Allah aşığı olan kişidir.

• Böyle bir kişinin bedeni mezara girince, mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl baş verir, yücelirse, tıpkı onun gibi Hakk tarafından kabul ediliş ağacı yükselir, boy atar.

• Nurlu bir gönül ehlinden başka, o nura aşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?

 

1127. Allah'ım! Sen, hem mekandan münezzehsin, hem de her yerde hazır ve nazırsın.

Müfte'ilün. Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V. 2889)

• Allah'ım! Yarattığın her varlık, her şey, her zerre senin san'atını, yaratma gücünü, kuvvetini, kudretini gösteren birer ayna. Sanki, daimsî önüne bir ayna koymadasın. Bu bir gerçek ki, eşsizsin, benzerin yok. Aynadakinden başka sana bir eş de yoktur.

• Allah'ım; aynalara, yarattığın eserlere, aksettirdiğin güzelliğine nasıl erişebilirim? Gönülde, canda, gözde görecek güç var ama, mekandan münezzeh olduğun için, görülecek yer yok.

• Ne şaşılacak şeydir ki, sen hem mekandan münezzehsin, hem de her yerde hazır ve nazırsın. Kemiyetsiz, keyfiyetsiz (neliksiz, niteliksiz) oluşunun delili hem yalnız sende, hem de her yerde apaçık görünmendir.

• Allah'ım; sana karşı muvahhidim, vahdet ehlindenim. Seni "bir" bilmedeyim, kendime göre ise, mübarek isim ve sıfatlarının tecellîsi ile kesrete düşmüşüm. Çokluğa kapılmışım. Bana senin tarafından gelen lütuflar, ihsanlar var. sana kavuşma, buluşma var. Benim yönümdense ayrılık var, senden ayrı düşme var.

 

1128. Kendini aşk ateşine at."

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(İbrahim Hakkı Dîvanı, s. 166)

• Ey gönül! Eğer sen, sevgiliyi istiyorsan; kendinden kurtul, kendine yabancı ol! Pervane gibi sevgide vefalı ol! Bedenini, canını düşünme; aşk alevinin içine kendine at!

• Tamamıyla yüzünü Hakk'a çevir, Hakk'a yönel! Gerçek aşktan bahset, aklını yorma, onun boynuna halka geçir, onu serbest bırakma da, bizim gibi mest ol,divane ol!

• Eğer ölümsüzlüğü istiyorsan; kendinden geç, yok ol; Allah adamı ol! Nefsanî arzuların kölesi olma da, bu aşk deryasında inci tanesi kesil!

• Bir olmak; kesretten kurtulup vahdete gelmek, tevhîde ulaşmaktır. Bu dünyada ne bekliyorsun? Eğer sen bizden isen, bizim mezhebimizde isen aşk meyhanesinin köşesine gel!

52-Bu şiir, yazma bir mecmuadan alındı. İbrahim Hakkı Erzurumî hazretleri de bu şiiri manzum tercüme etmiştir.

• "Biz onları temiz şarapla doyurduk." ayetinin sırrına eren kişi, hem evveldir, hem ahirdir, hem sakîdir, hem de kadehtir.

• İbrahim Edhem hazretleri gibi ol; alemin mülkünden, tacından tahtından kendini kurtar. Aşk yoluna başını koy, Hakk'tan gafil olma, ondan ilgisiz kalma!

• Kalenderler gibi o dilberin vuslat kadehinden şarap içiyorsun. Şekle, görünüşe bakma, küfür de, din de bir süsten, bir nakıştan ibarettir. Sen imanın özüne bağlan, masal arama, taklitle yaşama!

 

1129. Beden, dün balçıktan meydana gelmiş bir gölge varlık, ben ezelden gelmiş bir ölümsüzüm.

Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün, Fa'ilat 

(c. VI.3012)

• Ey merhametsiz, demir yürekli sevgili! Meğer senin o demir yüreğin, üstü cilalanmış bir aynaymış. Halbuki, ayna, benim canımın çok eski bir dostu, çok yakın bir arkadaşıdır.

• Ben aynayı çok seviyorum. Bu yüzden de ona sık sık bakıyorum. Ona baktığım zaman hayalen onun içine düşüyor, gönlüne giriyorum. Ayna da benim gönlüme giriyor. Beden de kim oluyor? Çünkü ben beden değilim ki, ben başkayım, beden de başka! Beden dün, evvelki gün meydana gelmiş bir gölge varlık, ben ezelden gelmiş bir ölümsüzüm.

• Sen bedene, bu gölge varlığa bakma, o bir görünüşten, balçıktan yapılmış  bir şekilden ibarettir. Sen, ezelden gelmiş ölümsüz bir varlıksın. Bazen padişah, kendini göstermemek için, kıyafetini değiştirir, kaba, yün bir hırka giyer.53

  53  Mevlana, Dîvan-ı Kebîr'in 1576 numaralı gazelinde şöyle buyurur:

"Şu bedenimiz, şu insan şeklinde görünen maddî varlığımız, bizim gerçek varlığımızın perdesi, yüz örtüsüdür. Aslında biz, bütün secde edenlerin kıblesiyiz." 

• Aklını başına al da, gönlünü tamamıyla ölümsüz bir dilbere ver, ver de gönlün, dünya malı kazancına, hasede, kine düşmesin, mahvolup gitmesin.

• Hiddet, şehvet, şöhret gibi manevî kirlerden arınmış, güzel, tertemiz bir hale gelmiş ve durmadan ilahî aşkı arayan gönlün önünde, Tür Dağı bile aşka gelir, paramparça olur, yerlere serilir, ayaklarının altına döşenir.

İlahî aşk şerbetine susamışsın. Fakat dünya hayatının mihnetleri, sıkıntıları seni yaralıyor, hasta ediyor. Sen, bu gurbette (=dünyada) çeşitli ihtiyaçlar, istekler içinde çırpınırken huzuru, tam inancı bulamazsın.

• İnsanın aklı şekere benzer, bedeni ise şeker kamışı gibidir. Manalar şaraptır harfler ise şarap küpü! 54

  54 Balçıktan yaratılmış olan bedenimizde ilahî emanet olan ruh bulunduğu için, onun etkisiyle düşünürüz, duygulanır, hayaller kurarız. Mevlana,  bu beyitte aklı şekere, bedeni de şeker kamışına benzetmiş. Bir kitabı elimize alıp okumak istediğimiz zaman, gözlerimiz, harfler üzerinde dolaşmaya başlar. Harfler nedir? Kargacık burgacık bir takım şekiller, çizgilerdir. Bunların birleşmesinden meydana gelen kelimeler, manalı sözlerdir. Kitaptaki kelimeler arasında sanki o harfleri yazanın duyguları, fikirleri gizlenmiştir. Harfler vasıtasıyla biz o fikirlerin, duyguların zevkine vardığımız zaman, sanki, (harfler küpünden) manevî şaraplar içmiş gibi olunuz.

• Eğer gelin güzel değilse, boynuna taktığı gerdanlıkla, parmaklarına geçirdiği yüzüklerle, bileğindeki bileziklerle, atlastan yapılmış, yahut altın işlemeli elbiselerle göze hoş görünmez. Gönüller, güzeller arar, çirkinlerden hoşlanmazlar.

• Sen, mademki bu dünyadan vazgeçip can meyhanesine gitmiyorsun. Sen, evde otur da, manevî ve ruhanî zevkler veren şarap yerine tarhana çorbası iç!

• Aklını başına al da, beden evini kirliliklerden, günahlardan temizle, orasını hoş bir bağ, bir gül bahçesi yap! Gönlünü de bir mabed, bir Cuma mescidi haline getir!

• Bu hale gelmiş kişiye her nefeste ruhanî, gönül alıcı bir güzel kendini gösterir. Varlıklara, Allah'ın yarattığı her şeye, her hadiseye vahdet (=birlik) gözüyle bakarız. Hakk aşığına her an bir peri kızı, bir güzel gelir. Ona altın bir tabak içinde badem helvası sunar.

1130. Burada gizli birisi var, kendini yalnız sanma!

Müstefilün, Fe-ulün, Müstefilün, Fe'ulün 

(c. V. 2388)

• Burada gizli birisi var. Benim eteğimi tutmuş, kendisini geriye çekmiş, göstermiyor. Perçemimden tutmuş, beni çekip duruyor.

• Burada gizli birisi var. Can gibi, candan da güzel, bana bir bağ göstermiş, benim evimi barkımı zabtetmiş.

• Burada gizli birisi var. Gönüldeki hayal gibi gizli. Fakat yüzünün nuru, bütün varlığımı kaplamış.

• Burada gizli birisi var. Şeker kamışındaki şeker gibi gizli, tatlı mı tatlı bir şekerci, benim dükkanımı elimden almış.

• Onunla gülsuyu ve şeker gibi karışmışım. Ben onun huyunu almışım, o benim varlığımı elde etmiş.

• Dünya güzellerinin gözümde yeri yok! Dikkat et de bak; onun güzel hayali, benim kirpiklerime sinmiş.

• Ben hasta aşık, alemin etrafında dönüp dolaştım. Kimseden bir derman görmedim. Sonunda onun derdini buldum. Baktım ki, onun derdi, benim dermanımı da elimden almış.

• Senin de gönlün yanmış yakılmış ise, buyruğuma uyar da derdin etrafında döner dolaşırsan elbet dermanını bulursun.

 

1131. Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmiş, sen bir tane için didinirsin.

Mef'ülü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün 

(c. V. 2332)

• Ey bütün varlık aleminden seçtiğimiz güzel! Sen, bizi bırakmışsın da kendine yönelmişsin, kendine bakmaktasın. Kendini seyretmedesin.

• Bu davranışından ötürü, sen utanmıyor musun? Çünkü senin aynan biziz însanı eğri gösteren aynaya bakılmaz ki...

• Ey kendinden haberi olmayan! Gönlünün aksi, canların yanaklarına düştü de, orada güller açıldı, gül bahçeleri meydana geldi.

• Yüzlerce ruh sana gönlünü vermiş, senin kulun, kölen olmuş; sense bir cariye gibi her an süslenerek müşteri bulmak için esir pazarına koşuyorsun.

• Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyaçların, isteklerin, elde edemediklerinin üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm olmuşsun. Halbuki, gökyüzünde senin üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle düğünler oluyor, gök halkı bayram yapıyor.

• Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmişken, sen bir tek tane için bu ihtiyaç tuzağına düşmüşsün.

• Ey "aşk" sözünü duymuş olan kimse; adını duyduğun aşkı gör! îşitmek nerede? Görünmek nerede?

 

1132. Aşk köyünün sınırında kesik başlar görürsen ürkme!

Mef'ulü, Mefa'ilün,Fe'ulün

(c. V. 2350)

• Ay ve yıldızlar ordusu gelince, güneş, onlara karşı koyamadı. Bir atlı gibi kaçtı, dağların arkasında kayboldu.

• Gündüzlerden de, gecelerden de ötelerde bulunan o mana ay'ını görecek bir göz var mıdır?

• Minareyi göremeyen bir göz, minarenin üstündeki kuşu görebilir mi?

• Gönül bulutu, o manevî ay'ın aşkı ile bazen toplanıyor, bir araya geliyor. Bazen, parça parça oluyor, dağılıyor.

• Aşkın gönle doğunca, dünyaya karşı duyulan hırs ölür gider. Dünyada yapılacak binlerce işin varken avare olursun, işsiz güçsüz kalırsın.

• Aşk köyü sınırında kesik başlar görürsen, korkup kaçma, köyün içine gir de dikkatle bak; gör ki; öldürülenler ikinci defa dirilmişlerdir, çünkü aşıklar ölümsüz.

1133. Sevgilim! Sensiz yaşayışın bir tadı yoktur.

Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe'ülün 

(c. V. 2348)

• Kızan kızgınlıkla, kinle yemin eden sevgiliden feryadlar olsun.

• Bizi de, evi de birbirimize düşürdü, birbirimize kattı. Sonra hamal tuttu, varımızı yoğumuzu aldı götürdü, bizi yoksul bıraktı.

• Gönle kocaman bir kilit vurdu gitti. Anahtarı da beraber götürdü.

• Sevgilim! Sensiz yaşayışın bir tadı yoktur, acıdır. Sensiz zevk çerağı yanmaz.

• Sensiz şarap saflığını kaybeder, tortulaşır. Sensiz sema'ların da zevki yoktur.

• Ey kırmızı yanaklar, ey beyaz ten! Sensiz kaldım da sarardım soldum. Gecem sensiz kapkaranlık oldu.

• Ey aşkı perdeler yırtıp atan sevgili! Ne olur, perdeden bir an için olsun başını dışarı çıkar da o güzel yüzünü bize göster!

 

1134. Gökyüzü feryaddarı bunaldı da, seher vaktinde gök kapılarını açtılar.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün

 (c. V. 2339)

• Ey Hakk yolunu şaşıranlar, yanlış yola düşenler! Padişahlar padişahı sizi geriye, doğru yola çağırmaktadır.

• Padişahlar padişahı; "Siz bizimsiniz." diyor. Haydi, ey aşk yolunun çavuşları; kapımıza geliniz!

• Zaten diri olan, daima kainatı idare eden Allah'ın dergahına geliniz. Seher vakitlerinde o kapıya baş vurmak, dua etmek pek hoştur.

• Kadîm olan, evveline evvel olmayan Allah'ın doğru yol ipine sanlın!

• Hz. Yusuf gibi kuyudan, zindandan çıkın; Mısır'ın azîzi ile beraber olun!

• Ey gönül; vakit gecikti, eve dön! Çünkü, o eşsiz, o güzel varlık gece vakti ansızın çadıra gelir.

• Sakî şarap sunmak için hazırlandı. Gönlün istediği, o güzel ise, sevgiden mest olmuş, kendinden geçmiş.

• Görmez misin? Demir kırıntısı, sonunda mıknatısa doğru koşar. Şüphe yok ki, saman çöpü de kehribara doğru uçar.

• Gökyüzü feryaddan, ah'dan bunaldı da seher vaktinde gök kapılarını açtılar.

• Ey dostum! Gölge gibi secdeler ederek gel ki, o ay minbere çıktı.

• Gerçi görünüşte o bir surete bürünmüştür. Fakat benzerlerinden, ömeklerinden o münezzehtir.

• Can hazînesi gibi, evin köşesine geldi. Çulha gibi çevresini dokuyup durmada.

• Sus da, sana pervasızca, korkmadan bazı sözler söyleyeyim. Fakat bunların manasını benden sorma.

 

1135. Senin rüzgarın gönül bahçesinin ağaçlarını oynatmada.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ülu, Mefa-îlün

 (c. V. 2314)

• Ey yüzü yüzümü ay gibi parlatan sevgili! Senin gözün, senin bakışın bedenimin bütün cüz'lerini görüş, anlayış sahibi yaptı.

• Senin rüzgarın, gönül bahçesinin ağaçlarını oynatmada, adını andığım zaman, ağzım şekerle, ballarla dolmadadır.

• Ey benim ağacımı, dallarımı yapraklarla, meyvelerle dolduran! Bilir misin, benim ağacım neden oynuyor?

• Yapraklarla, meyvelerle dolduğundan ötürü nazlanmıyor, oynamıyor. Senin sevgin benim gönül ağacımın sabrını, kararını alt üst ettiği için oynayıp durmadadır.

 

1136. Akıl, aşkın korkusundan şaşırmış, evden eve kaçıyor.

Mefülü, Mefa'îlü, Mef'ulü, Fe'ulün 

(c. V. 2335)

• Rindlerin hepsi de Deyr-i Muğane'de toplanmışlar. Sen, o tek olan pîre er büyük kadehi sun! 55

      55 Deyr-i Muğane: Muğ'ların manastın, mecazi olarak hakîkat meyhanesi manasına gelir.

• Kanlar döken aşk, belki kapıyı da, damı da ele geçirmiş. Akıl ise şaşırmış, aşkın korkusundan o da evden eve kaçmaya çalışıyor.

• 0 eşsiz güzeller şahı yüzünden perdeyi kaldırınca, onu seyretmek için bütün dünya halkı, bütün güzeller perdelerini attılar.

• Aşıklar, aşk denizine öyle bir dalmışlar ki, ne kurtarılmalarına, ne de kurtulmalarına imkan var.

• Aşk kaynamakla soğumaz. Kadınların feryadlarından arslan ürkmez.

• Sen, Hakk şarabından büyük bir kadeh doldur da sun, tabiat erlerini araya sokma!

• Sen o kadehi önce, sonradan yaratılan nefse sun da; artık masal söylemesin hikayeler anlatmasın.

• 0 şarapla mest olduğu için dil tutulunca, ruhtan bir sel boşalır. 0 zaman kevn ü mekan(=oluş ve mekan)dan hiçbirini göremezsin.