1161. Benim gönlüm düşünceler yurdu oldu.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün

 (c. V. 2295)

• Ey aşıkların ciğerlerini yakan güzel, korkusuzca geliyorsun. Gönlümü alıp götürüyorsun sen, yine ne getirdin bilmiyorum ki!

• Kurnaz, aldatıcı gözlerinden feryad. Öteden beri işin bu! Yavaş yavaş gelirsın. Param parça olmuş gönlü alır gidersin.

• Neliksiz, niteliksiz ay'ı elde etmek için, feleğin kahrını çekiyorsun. Deliliğin belli oldu. Yaptığın akıl karı değildir. Böyle işe girişilmez.

• 0 ateş dolu kadehi getir de, göklerden de, yıldızlardan da ötede olan o ay yüzlünün aşkı ile bir hoşça içelim.

• Harmancı, yak bizi, herkesin gözünden düşür! Aşkın işi budur. Aşık avare olur.

• Şu zavallı gönlü, kinle yaralayacaksan yarala! Ne yapsın, bu çaresiz gönül, buna da dayanır.

• Benim gönlüm, düşünceler yurdu oldu. Yahut şişelerle dolu bir dükkan halini aldı. Söyle ey Tebrizli Şems! Senin gönlün taş mıdır? Kaya mıdır?

 

1162. Oraya gönülden başka bir şey götürme!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa-îlün 

(c. V. 2294)

• Şu param parça olmuş gönül, senin aşkının "çekil çekil" seslerini duyunca kendinden de geçti, iki dünyadan da!

• Yokluk denizine dalınca, varlık gözüne hor göründü. Derken ansızın bir meş'ale belirdi. 0 kanlar içen candan üstündü.

• Kibirle, kinle dolu olan varlık, nasıl olur da bir an için olsun sırları görecek? Yeryüzünde elde edilen bir yaşayış, denizde ne işe yarar?

• Ey insan canı, mademki, noksanlık alemindesin, bari gece karanlığı basınca, bir yıldız gibi dolaş!

• Allah adamlarından bir yardım görürsen, ebedî bir yaşayışa, sonsuz bir zevke ulaşırsın. Kötülüğü emreden nefsi kahretmek için bir ordu elde edersin.

• Varlığı, benliği sildin süpürdün, nefsin başını vurdun, ezdin; gözüne öyle bir güzellik belirdi ki, onun ne yüzü vardır, ne de yanağı!

• Orada yüzlerce dolunay bir hiçten ibarettir. Orada toprağın her zerresi altın olur. Oraya gönülden başka bir şey götürme! Orada ancak aşk yüzünden param parça olmuş gönül vardır.

* Can gözü açık olanlara inciler bağışlayan bir deniz vardır. Kumlar sayısınca canlar, onun aşkı ile avare olmuşlardır.

 

1163. Duygunun öte tarafında yağmuru tamamıyla can olan bir bulut vardır.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(c. V. 2293)

• Hem gözümün içinde, hem de dışında bulunan bir ay yüzlü güzel görüyorum. Onun güzelliğini ne bir göz görmüştür, ne de bir kulak duymuştur.

• 0 yüze, ona ezdirmeden, hırsızlamaca baktığımdan beri dili de, canı da, gönlü de kendinden geçmiş görüyorum.

• 0 ay'ın yüzünün güzelliğini Eflatun görseydi benden daha fazla deli divane olurdu. Benden daha fazla coşar, köpürürdü.

• Kadim, ezelî olan varlık sonradan yaratılanın aynasıdır Sonradan yaratılan, önü olmayan varlığın aynasıdır. Onun ayna gibi parlayan yüzünde her ikisini de, ikiye ayrılmış saçlar gibi birbirine karışmıştır.

• Duygunun öte tarafında öyle bir bulut vardır ki, onun yağmuru tamamıyla candır. işte o bulut, topraktan yaratılmış bedenine can yağmurları yağdırmıştır.

• Gökyüzünde bulunan ay yüzlüler, melekler, onun yanağının aksini görmüşler de, onun güzelliğinden utanmışlardır.

• Ebed, ezelin elini tutmuş da, o ay yüzlünün köşküne götürmüştür. Gayret her ikisini görmüş de gülmeye başlamış.

• Çünkü köşkün etrafında ne arslanlar var. Onlar, kıskançlıklarından canları ile oynayanların, gerçek aşıkların canlarına kastetmişler, kükreyip duruyorlar.

• Ansızın ağzımdan kaçtı. 0 padişah kimdir? Kim olacak; Tebriz'in Şemseddin! Bu söz ağzımdan kaçtı ama, bu söz yüzünden de kanım coştu, kaynamaya başladı.

1164. Mest ol da kendi kendinden kaç!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(c. V. 2292)

• Dün, nesrin laleye dedi ki: "Haydi kalkalım, mest bir halde gidip yeni açılmış gülün eteğine sarılalım!"

• Onun güzel yüzünden, o gül yanaklarından şarap üstüne şarap içelim, biz de gül ve lale gibi birbirimize yakın dost olalım. Çünkü dünyada dostluktan daha güzel bir şey yoktur.

• Yasemin, nergisin şuh bakışını gördü de, nesrine; "Kalk!" dedi. "Biz de mest olalım, kavgaya girişelim."

• Şekere benzeyen, şeker gibi tatlı olan gül yüzlü güzel, gonca gibi kapalı idi. "Mademki gonca açılıp saçıldı, bizim de inciler saçma zamanımız geldi." dedi.

• Ezel meclisinden gelen canlar, kendilerinden geçmiş, mest bir halde gelirler. 0 yüzdendir ki, balçık da mest olmuş gibi ayağı kayıp duruyor.

• Ey gönül! Şu neşe içinde azadlığı, selviden öğren de mest olarak suça da, tövbeye de hiç aldırmayalım.

• Selahaddin, en doğru yolu bilir, görür. Onun için mest olarak kendi kendinden kaçmak ister.

 

1165. Şarabı kadehe doldur;  düşüncenin boynunu vur!

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün 

(c. V. 2283)

• Benim güzel yüzlü, kutlu yüzlü sakim! 0 nar renkli kadehi sun, benim hatırım için vermiyorsan, bari sevgilinin hatırı için ver!

• Gönül alan sakî sensin, hastalara derman sensin! Neşenle insanı mest edersin. Çünkü sen, neşe şarabısın. Şifa ilacısın, acele aşk hastalarına kadehi sun!

• Şarabı kadehe doldur, düşüncenin boynunu kes! Ey sevgili! Sakın gönlümüzü kırma, sen bize şarap ver!

• Kapalı olan meyhaneyi aç, şu gürültüyü, şu kavgayı bırak! Şaraba susamış sakiye meyhanecinin küpünden şarap ver!

• Sen baharın da, yeşilliklerin de canısın. Selviye de yasemine de parlaklığı sen verirsin. Ey kurnaz sevgili! Bahaneler etme, sen bize şarap ver!

• Hile yoluna sapar da mest olanların elinden kaçarsan, düşmanımız sevinir Kör olsun düşman, sen bize kadeh ver!

• Gam verme, ah ettirme, neşeden başkasına yol gösterme! Ah ediş yol bulamamaktandır. Sen bize yolu aç, yükümüzü de ver! Biz gidelim. Sana yük olmayalım.

• Hepimiz de kavuşma mahmuruyuz. Sonsuzluk kadehine susamışız. Hırkayı, sarığı sakiye rehin olarak ver!

• En eski susuz benim. Gönlü, göğsü yanan benim. Kadehi ve kaseyi kır! Bize ölçüsüz yol bul, şarap ver!

• Zaten ay da sensin, ay ışığı da sen! Ben, şu aşk ırmağının balığıyım. Balık ay'a ulaşamaz. Şu halde ay'dan bana gelir ver!

 

1166. Yazıklar olsun sana! Özü bırakmışsın, kabuğa yönelmişsin.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün,

• Ey kimseye yalvarmamak, yüz suyu dökmemek için, ab-ı hayatı yerlere saçan! Ey minnetle şükretmemek için, zehirleri ağzına alan mert kişi! 59

    59 Mevlana'nın bu beyti eski şairlerimizden birisinin şu beytini hatırlattı:

                                   "Kase kase zehr-i gam içmek cana safadır canan elinden,

                                    Minnetle içmem ab-ı hayatı dil teşne olsa nadan elinden."

    "Sevgilinin elinden bardak bardak gam zehri içmek cana safa verir. Susuz bile olsam, minnetle ab-ı hayatı değersiz kişinin elinden içmem."

• Böylece mest ve harap olmuşsun, yerle göğü, iyi ile kötüyü, birbirinden ayırdedebiliyorsun. Kirli su yerine temiz Fırat suyunu yerlere dökmüşsün.

• Ruh ol, taraf arama! Meşhur kahraman Zal gibi ol! Sıfattan söz açma! Hiç bir yerde bulunmayan, bu tevcihatları dökmüş atmış olan padişaha bak!

• Ah, yazıklar olsun sana! Özü bırakmışsın, kabuğa yönelmişsin. İçin içine kapanacağın yerde, dışa yüzünü çevirmişsin, ne yazık neşeyi bırakmışsın, gama yenilmişsin.

• Gama yenildiğin için, gönül padişahı huzursuz olmuş, evden eve gidiyor. Piyadelerin de kurtuluş endişesi ile betleri benizleri sararmış, solmuş.

• Can beratı onda kalmış. Gamın yüzünü tekrar görünce kesesi yırtılmış, bütün beratlar dökülüp saçılmış.

• Sıfatlarımız, onun sıfatı yüzünden, gülün dikenini tanıdı. Fakat tekrar sıfatlanmız gül gibi zat yoluna döküldü.

• Seni götürüp günah tuzağına düşüren kanat, iğreti kanattır. Ölüm gününde uyandığın zaman, o kanadın dökülmüş olduğunu görürsün.

 

1167. Ey insan! İçinde yaşadığın toprak yurdunda göklere doğru uç!

Müstefilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'ilün

 (c. V. 2280)

• Ey aşıklar, ey aşıklar! Ben deliyim, divaneyim. Delileri bağladıkları zincir   nerede? Ey can zincirini oynatıp şakırdatan! Dünya senin yüzünden zincir şakırtısı, zincir gürültüsü ile doldu .60

      60 Deli olan bedenlere zincir vurmak mümkündür. Ama ilahî aşk ile deli olan canları hangi zincire vurabilirsiniz? Şeyh Galip hazretleri:

                                           "Bir şülesi var ki, şem'i  canın

                                           Fanusuna sığmaz asumanın" demişti.

      Can mumunun alevi gökyüzü fanusuna sığmazsa, can delisini hangi zincirle bağlayabilirsiniz.

• Sen bir başka çeşit zincir yaptın da boynuma taktın, aşk kervanının yolunu kesmek için gökyüzünden atlılar gönderdin.

• Kalk ey can, kalk ey mana cihanı! Ey insan! İçinde yaşadığın toprak yurdundan uç; gökyüzünde yanan şu aşk meş'alesi, bizim için yanıp durmada. Pervane gibi ona doğru uçalım, onun alevine atılalım.

• Gönlünde aşk derdi olanın yolunu, yağmur nasıl vurur? Şu beden hamuru    ona nasıl engel olur? Onu yoldan alıkor? 0 ancak aşkta konaklar, onun aşktan başka konağı yoktur.

• Ona söz söyleyecek, onu tesellî edecek akıl nerede? Onu koşturacak, onu    dünya hadiselerinin sarsıntısından kurtarıp aşk denizine daldıracak ayak nerede?

• Eğer şu dünya süprüntülüğunden çıkabilirsen, padişahlar padişahı olursun. Saltanatın gelip geçici olmaz. Zühal yıldızından bile yüce olursun.

 (c. V. 2286)

• Gönül sahibi isen, gönlünü ver, aşık ol! Gönülsüz hale gel! Aklın varsa aklını terket, deli ol! Çünkü, bu küçük, zavallı akıl, senin aşkının gözünde bir su kabarcığı gibi görünür.61

  61 Hz. Mevlana'ya göre akıl, Hakk yolunda aşıka bazen engel olur. Bu işde esas, aşk yoludur, gönül yoludur. Akıl, her şeyin nedenini, niçinini araştırır. Mevlana;

"Ben onu bunu bilmem, ben aşk kadehi ile mestim." diye buyurmaktadır. Mevlana'ya göre aklın kifayetsizliği hakkında etraflıca bilgi almak isteyenler, Ötüken Neşriyattan çıkan, Mevlana, Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri adlı kitabın lütfen 163. sahifesine baksınlar.

• Sonunda gayb alemi gelir yetişir. Seni şu içinde yaşadığın suret aleminden çeker, çıkarır.

• Fakat, sen yine de bu yolda rahatça yürümen için, yürürken eteğini çekmen gerek. Çünkü yürüdüğün yol, aşıkların kanları ile bulanmıştır.

• Ey gönül! Bu yolda kervanla beraber yürü! Yapayalnız bu yola düşme! Çünkü hadiselere gebe olan zaman, kim bilir ne fitneler doğurur?

• Dediğim gibi gidersen zahmetsizce gidersin. Hakk'ın emanında olarak yol alırsın. Denizde kayık gibi yürürsün, Ey gönül; mademki gittin, gidiyorsun, bari zahmetsizce, şikayetsiz git!

• Gönlünü canından kurtarırsan, iç savaştan da, barıştan da kurtulursun. Dükkana da ihtiyacın kalmaz, azığa da!

• Canın düşünme belasından kurtulur, tehlikeli yolları kapatır, dileğin gelir sana ulaşır. Dostlukla seninle uzlaşır.

 

1168. Şu yıkık gönül köyünü Bağdad şehriyle bile değişme!

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün

 (c. V. 2284)

• Sen, bizi yad etmesen bile zararı yok. Yeter ki sen bize şarap ver, şarap ver. Bugün neşe günüdür. Oturma, bize yardımda bulun, şarap ver!

• Seninle buluşma haberinin verdiği zevkle mest olarak geldim. Ben varlıktan geçmiş yokluk kılıcına kurban olarak gelmişim. Ben böyle değilsem, beni neşelendirme, beni hiç sevindirme!

• Hocam! Sen irfan sahibisin, sen her şeyi anlarsın, bilirsin. Devlet davulunu da çalmışsın. Can kamili, can olgunu olmuş. gelmişsin. Artık elini üstada verme, artık senin üstada ihtiyacın yok.

• Haberin var mı? Senin dertlerle, kederlerle harap olmuş, yıkılmış gönlünde, Hakk'ın gizli bir hazinesi vardır. Aklını başına al da, şu yıkık gönül köyünü, Bağdad şehri ile bile değişme!

• Allah'a yemin ederim ki, senin şu karanlık gecen, yüzlerce gündüzden daha iyidir. Geceyi verme, gündüzü arama!

• İki dünyada da Allah'tan başka gerçek, sadık devlet yoktur. Senin her neyin varsa, sakın, ondan başkasına verme, varını yoğunu ancak ona ver!

• Sen, şu beden çadırının içinde yaşıyorsun. Ama şunu iyi bil ki, bu çadırın içinde çadır kuranla beraber yaşıyorsun. Sakın gönül ipini, çadırın karanlığından başkasına bağlama!

• Ey can sakîsi! Ömrünü sözle harcama, aşk yetimlerinin malını yeme de sonunda feryada başlama!

• Ey yeşillikte, lalelikte yaşamış, uyumuş güzel; uyan, kalk, kalk da şarabı, Allah sevgisiyle mest olanlardan başkasına verme!

• Hem sen sensin, hem sen benim. Benim yurdumdan hiç gitme! Sen kuşsun. Ben de yavruyum. Kıymet bilmez ham kişilere verme!

• Kendine rehin olmuş, kendine bağlanmış kişinin bilgisine kulak asma! Hünerine değer verme, senin bildiğin sana yeter. 0 şundan şuna nakledilerek gelen sözlerle fikrini yorma!

• Sen benlik dağını delenlere, padişahlar, padişahısın . Elinde ağır, sağlam bir aşk külüngü var. Onu, Ferhat'tan başkasına verme!

1169. Acaba ateşinle kimi yakacaksın?

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün 

(c. V. 2278)

• Bu kimdir, bu kimdir? Güzel ve tatlı hali ile nalınları koltuğunda mest olarak gelmiş, evimize girmiş.

• Güzelliği karşısında ev ona hayran olmuş. Düşüncenin başı dönüyor. Yüzlerce can, yüzlerce akıl elsiz ayaksız olarak onun arkasına düşmüş geliyor.

• 0 la'l dudaklı güzel, hileye baş vurdu. Elinde kürek, ateş istemeye geldi. Onun böyle, yalnız gelmesinden maksadı ne idi? Acaba, ateşiyle kimi yakacak?

• Ey ateş madeni! Gel, bizden ne diye ateş istersin? Ey ansızın gelen sevgili! Allah'a yemin ederim ki; bu ateş istemen bir kurnazlıktır. Hiledir, senin maksadın ateş almak değil, buraya gelmektir.

• Ey yüzü kuşluk güneşi gibi parlak güzel! Sen geldin. Senin yüzünün nuru ile evin her köşesi bir ova, bir sahra gibi genişlendi ve aydınlandı.

• Ey Yusuf! Kuyunun başına geldin. Kuyuya baktın. Güzel yüzünün aksı suya düşünce kuyunun suyu senin aşkından coştu, köpürdü. Ağzına kadar kaynadı, etrafa taştı.

• Ey gönüller alan güzel! Sen, hiç bir kucağa sığmazsın. Ey aşkı uğruna denizlerden fazla gözyaşı döktüğüm sevgili! Ey sevgili! Senin ay gibi nurlu yüzüne karşı, yeryüzü de, gökyüzü de ayna olmuş. Sonra o ayna canlanmış da seni seyretmeye başlamış.

• Ey ateşinin dumanları başlara sevda olan aşık! Sen sus, sus da sözlerimi bir başka yoldan, gönül yolundan dinle!

 

1170. İsteyen de odur, istenen de o! Yusuf da odur, Yakub da o!

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün

(c. V. 2281)

• Allah'ım, senin lütfunla toprak beden olmuş. Topraktan yarattığın beden de düşünmeye, söz söylemeye başlamış. Sonra söz de, düşünce de gayb aleminde nice suretlere, şekillere gebe kalmış.

• Her şekli, her sureti besleyip yetiştirmişsin. Fakat bir mana var ki; onu gizlemişsin. Aslında şekil de suret de o mananın eserleri oldukları için, onun eserlerinde varlığı belirmektedir.

• Birisi buzu görse, onun aslı nedir bilmez. Sadece buzu, buz olarak görür Buz eriyince, onun aslının su olduğunu anlar. Şüphesi kalmaz.

• İyi şeylerden başka bir şey düşünme! Çünkü, düşünce, suret dokumasının ipliğidir. Güzelleşen, iyi olan her düşünceden doğan her suret güzeldir, iyidir

• Aydın olan kişiyi dost edin! Çünkü ona gönülden bir pencere açılmıştır Toprak gül, süsen bitirir ama, ona su gerekmektedir.

• Daima, manen Hakk'la beraber olursan, güzel, mutlak bir can olursun. Ey benim canımın canı! Böyle olursan ne de parlak bir hale gelirsin.

• Hiç ummadığın bir taraftan bir devlet, bir ikbal gelmiş olur. Artık ah vat etme zamanı geçmiştir. Hey hey diye neşelenme vakti gelmiş olur. Dolunay gibi elsiz ayaksız dolaşır durursun.

• Her zerreye mahrem olan O'dur. Çünkü her zerrenin gönlünde O'nun sevdası vardır. 0 yüzden her zerre kararsızdır. Herkese hoş nefesi ile devlet olar O'dur. Hakîkati göremeyen taklitte kalmış, şekle bağlanmış, zahid olmuş Gören O'nun yüzünden rind olmuş, hiç bir şeye aldırış etmez olmuş.

• Ey sevdası Allah aşkı olan! Ey her şeyde, her eserinde O'nu arayan! Verdiği dertlerde O'nun tecellisini sezen! Ey hakîkat madenini isteyen!

• İsteyen de O'dur, istenen de O! Seven de 0, sevilen de 0. Yusuf da O'dur, Yakup da O'dur. 0 hem gerdanlık olmuş, hem gerdan!

 

1171. Herkes isteklerinin, arzularının kulu, kölesi olmuştur.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. V. 2379)

• Sen bize can şarabını sun! Hepimiz yine öyle bir haldeyiz ki, şarabı kadehten, başımızı da ayağımızdan ayırdedemiyoruz.

• Hepimiz de yeşermişiz, süsenden, gül fidanından daha tazeyiz. Hepimiz baştanbaşa can olmuşuz da can gibi parıl parıl parlıyoruz.

• Herkes isteklerinin, arzularının kulu, kölesi olmuştur. Halbuki isteklerle arzular bizim kulumuz, kölemiz olmuştur. Çünkü biz, zamandan, zamanın dönüşünden çıkmış kurtulmuşuz.

• Doğunun parıltısı, bedenimizi gölge gibi yuttu. Suretimiz, görünüşümüz, yersiz, yurtsuz kevne(=oluşa) benzemededir.

• Yeşilliğin, lale bahçesinin dostuyuz. Fakat kötü gözden, nazardan korktuğumuz için yüzümüz sarardı.

• Mushaf getirelim de, senden başkasının elinden şarap içmeyeceğimize dair sakîye yemin edelim.

• Kimin canı varsa, ancak o, can bahçesinden koku alır. Fakat ona sahip olan da baştan başa ondan ibaret olduğunu anlar.

• 0 kadeh yüzünden öyle tez canlı olmuşuz ki, gönlümüz, kuş gönlü halini almış da bedenimizin dışında çırpınmada.

• Biz, insan bedeni kesafetinin, karanlıklarının perdesi arkasında oturmuşuz da seher vaktinin nuru gibi karanlık perdeleri yırtarız.

• Biz gece idik. Mana güneşinin nuru ile aydınlandık, sabah haline geldik. Biz yırtıcı kurt idik, ilahî feyizle, tanınmış bir çoban olduk.

• Tebrizli Şems, cana benzeyen yüzünü gösterdi de, ruh gibi, hepimiz, canla başla ona doğru koşuyoruz.

 

1172. Hakk'ın lütfuyla gül bahçesinde dikenle gül arkadaş olmuşlardır.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. V. 2381)

• Cenab-ı Hakk'ın kudretine bak ki, aşkı, aşıklarla, ruhu da topraktan yaratılmış şu bedenle uzlaştırmıştır.

• Ne zamana kadar şunu bunu, iyiyi kötüyü birbirinden ayrı göreceksin? Sen, işin sonuna bak, onlar mezarda birbirlerine karışacaklardır.

• Ne vakte kadar bunun nişanı, izi var; ötekinin nişanı yok, izi yok diyeceksin? İzi belirleyene bak, asıl izi belirenle birleşmiş.

• Ne zamana kadar o cihan, bu cihan deyip duracaksın? 0 cihana bak, bu cihanla nasıl da karışmış. Çünkü, bu cihan, o cihanın ekin yeridir

1171. Herkes isteklerinin, arzularının kulu, kölesi olmuştur.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. V. 2379)

• Sen bize can şarabını sun! Hepimiz yine öyle bir haldeyiz ki, şarabı kadehten, başımızı da ayağımızdan ayırdedemiyoruz.

• Hepimiz de yeşermişiz, süsenden, gül fidanından daha tazeyiz. Hepimiz baştanbaşa can olmuşuz da can gibi parıl parıl parlıyoruz.

• Herkes isteklerinin, arzularının kulu, kölesi olmuştur. Halbuki isteklerle arzular bizim kulumuz, kölemiz olmuştur. Çünkü biz, zamandan, zamanın dönüşünden çıkmış kurtulmuşuz.

• Doğunun parıltısı, bedenimizi gölge gibi yuttu. Suretimiz, görünüşümüz, yersiz, yurtsuz kevne(=oluşa) benzemededir.

• Yeşilliğin, lale bahçesinin dostuyuz. Fakat kötü gözden, nazardan korktuğumuz için yüzümüz sarardı.

• Mushaf getirelim de, senden başkasının elinden şarap içmeyeceğimize dair sakîye yemin edelim.

• Kimin canı varsa, ancak o, can bahçesinden koku alır. Fakat ona sahip olan da baştan başa ondan ibaret olduğunu anlar.

• 0 kadeh yüzünden öyle tez canlı olmuşuz ki, gönlümüz, kuş gönlü halini almış da bedenimizin dışında çırpınmada.

• Biz, insan bedeni kesafetinin, karanlıklarının perdesi arkasında oturmuşuz da seher vaktinin nuru gibi karanlık perdeleri yırtarız.

• Biz gece idik. Mana güneşinin nuru ile aydınlandık, sabah haline geldik. Biz yırtıcı kurt idik, ilahî feyizle, tanınmış bir çoban olduk.

• Tebrizli Şems, cana benzeyen yüzünü gösterdi de, ruh gibi, hepimiz, canla başla ona doğru koşuyoruz.

 

1172. Hakk'ın lütfuyla gül bahçesinde dikenle gül arkadaş olmuşlardır.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. V. 2381)

• Cenab-ı Hakk'ın kudretine bak ki, aşkı, aşıklarla, ruhu da topraktan yaratılmış şu bedenle uzlaştırmıştır.

• Ne zamana kadar şunu bunu, iyiyi kötüyü birbirinden ayrı göreceksin? Sen, işin sonuna bak, onlar mezarda birbirlerine karışacaklardır.

• Ne vakte kadar bunun nişanı, izi var; ötekinin nişanı yok, izi yok diyeceksin? İzi belirleyene bak, asıl izi belirenle birleşmiş.

• Ne zamana kadar o cihan, bu cihan deyip duracaksın? 0 cihana bak, bu cihanla nasıl da karışmış. Çünkü, bu cihan, o cihanın ekin yeridir.

• Gönül bir padişaha benzer. Dil de onun tercümanıdır. Fakat padişaha bak ki, tercümanı ile uzlaşmış, bir bedende dostça beraber yaşıyorlar.

• Yeryüzü ile gökyüzü, birbirleriyle içli dışlı arkadaş olmuşlardır. Çünkü Allah, onları bizim için birbirleriyle uzlaştırmıştır. Ey birbirlerine yan bakanlar, birbirlerinden hoşlanmayanlar! Şu ayrılığı bırak da siz de birlerinizle uzlaşın, dost olun !

• Suya, ateşe, rüzgara, toprağa bak! Birbirlerine düşman oldukları halde, dostlar gibi nasıl birbirleriyle uzlaşmışlar, arkadaş olmuşlardır.

• Kurt, koyun, arslan, ceylan, bunların dördü de birbirlerinin zıtları iken, yiğit bir terbiyecinin korkusuyla bir arada uzlaşmışlardır.

• 0 padişahın kudretine bak ki, onun lütfuyla, gül bahçesinde dikenle gül, birbirleriyle arkadaş olmuşlar, bir arada yaşamaktadırlar.

• Şu bulutlara dikkatle bak! Parça parça oldukları halde Hakk'ın feyziyle birleşerek su haline gelip nice oluklardan akıp durmadalar.

• İlkbaharla sonbahar ortaya koydukları eserlerle, çeşit çeşit meyveleri yetiştirmek için nasıl birbirleriyle karışmışlar, dost olmuşlardır.

• Nice kimseler eğri, huysuz ve hırsızdır. Ama, birbirleriyle ok ve yay gibi uzlaşmışlardır.

 

1173. İçine üfürülmeden ney'in feryad ettiğini kim görmüştür?

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. V. 2378)

• 0 güzel yüze şöyle bir hırsızlamaca bakan kimsenin yüzünde yüzlerce mahmurluk, yüzlerce neşe vardır.

• Onun mest oluşunda yüzlerce neşe var. Yüzlerce heves var. Belki de o kendi eliyle kendi yüzünü okşamıştır.

• Sevgilinin dudaklarından çıkan selamı duyan kimse, zamanenin hilesine, işvesine aldanmaz.

• Ey zamanenin iyi işlerinin, kötü işlerinin etkisi altında kalarak kıvranan zavallı! Sen sevgilinin saçlarındaki büklümleri, kıvrımları görmediğin için kıvranmakta, üzülüp durmadasın.

• Elbette bir ney yapan vardır ki, kamışa şekil, suret veriyor. Nefes verilmeden, içine üfürülmeden, neyin feryad ettiğini kim görmüştür?

• Yerden biten kamış, insan gibi üstün bir varlığın dudağına dost olacağını bilseydi; hiç kesilmeden korkar mıydı?

• Allah'ın "kün" (=ol)  62 emrinin bir damlasını şu toprağın üstüne döktüğü içindir ki, cihan aşıklarının dudakları, senin kapının toprağını yalıyorlar.

    62 Yasin Suresi, 36/82. Ayete işaret edilmektedir.

 

1174. Allah'ın sevdiği kullarına sunduğu gökyüzü şarabından sun!

Fe'ilatü, Fa'ilatün, Fe'ilatü, Fa'ilatün

 (c. V. 2376)

• Ey güzel! Acını dağıtmak için içtiğin şaraptan birazcık da bize ver! Kat kat olan gamını bir yudumcuk neşeyle beraber biraz bize de sun!

• Gamın bizi yedi bitirdi. Sen bize fazlaca neşe şarabı sun da gama, gussaya hak ettikleri cezayı ver!

• Allah'ın sevdiği kullarına sunduğu gökyüzü şarabından sun! Sen onu düşmanlara göstermeden dostlara ikram et!

 

• Savaşları durdur! Çengleri okşa, çenglere Irak-îsfahan perdesinden nağmeler ver!

• Köpek ağzını açınca, binlerce susuz mest kişi; "Bana da sun, bana da sun!" diye kadehler getirdiler.

• Ey güzel! Şu sonbahara bak! Şu çıplakları gör de onlara atlas gibi şaraptan birer kaftan giydir.

• Gençleri seyretmek için ihtiyarlar oturmuşlar. Şu iki üç ihtiyara genç şaraptan bir baston ver de ayaklansınlar, yürüsünler.

• "Sen padişahsın, şarabın da var. Can şarabından bize de lütfet!" diye ağlaya, inleye Selahaddin'e baş vur!

 

1175. Oruç harmanından can buğdayı satın al!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün 

(c. V. 2375)

• Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!

• Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!

• Rıza çölüne bak, Allah'ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et!

• Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!

• Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halil'in İshak'ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?

• Neden ekmeğe aşıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!

 

1176. Biz kendimizden de, yakınlarımızdan da tövbe ettik.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün

 (c. V. 2352)

• Mana şarabıyla bir kadeh, yüz binlerce candan daha iyidir. Kalk kumaşımızı rehine koy da o şaraptan al, bize sun!

• Biz kendimizden de, yakınlarımızdan da tövbe ettik. Biz asla bu köyden başka bir yere gitmeyiz.

• Büyük, küçük bir olmamız için şarap bizi bir renkli yapar.

• Derviş kendinden boşaldı. Sen yokluk şarabını dolu sun, dolu!

• Kalk kemanın kirişini çek, kemanı ger! Biz keman gibiyiz. Şarap da kiriş!

• Hünerle dolu akıl, yerinde kaldı. Zaten şişman ihtiyara layık olan da budur.

• Biz gam yemeyiz. Bunu kim görmüştür? Sen yük çekesin de o ah desin.

• Gamdan kaç, padişahın bulunduğu tarafa git! îğreti evden çık, orada oturma.!

 

                  1177. Aşk, kucağını açınca, düşünce korkusundan kaçtı.

Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün

(c. V. 2357)

• Ey gönlü mermer gibi katı olan sevgili! Biz, taş gibi, mermer gibi duygusuza karşı ne yapabiliriz?

• Şişeler mermere karşı ne yapabilirler? Kendilerini çarpıp, param parça olmalarından başka ne çareleri vardır?

• Yıldız, karşısında can versin diye, gerçek sabah gibi gülüyorsun.

• Aşk, kucağını açınca, düşünce korkusundan kaçtı, bir köşeye gizlendi.

• Sabır, düşüncenin bozguna uğradığını görünce, o da tek başına kaçtı. Bir köşeye sığındı.

• Sabırla düşünce kaybolunca, sevda yalnız başına ortada kaldı. 0 hem ağlıyordu, hem de yanıp yakarıyordu.

• İşler böyle olunca, biz de, akıl ile bin tarakta bezi olan gönlü tanımaz olduk. Onlara yabancı kesildik.

• Gerçekten de aşk beyliktir, ululuktur, şiir de onun davuludur, bayrağıdır.

• Aşk beyi pek huysuzdur, hırçındır, kendini koru. 0 seher vakti her şeyi yağma eder. "

• Sen, onu bunu bırak da ayrılığı anlat! Çünkü ayrılığın korkusundan sözün bile ödü kopuyor.

• Ey müezzin! İmam, aşkın korkusundan kaçtı, gizlendi. Sen de artık sus; minareden in!

 

1178. Aşktan çok bahsetme, aşkı yaşa!

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün 

(c. V. 2354)

• Sevgilim! Sensiz yaşayış tatsız, tuzsuz, manasızdır, adeta donmuş gibidir Sen olmadıkça musikî ve sema' ölüdür, ölü!

• Biz aşk kapısının halkasını tutmuş çalıyoruz. Sen ise kapıyı kilitlemişsin Anahtarını almış gitmişsin.

• Her yanan ateş senin nefsinle yanmadadır. Sana sayı ile verilmiş olan nefse acı! Merhamet et, onu boş yere harcama!

• Biz ham kişileriz, gel bizi aşk ateşinde çerçöp gibi yak, yandır!

• Biz Hz. Musa gibi kimsenin sütünü emmedik. Biz senin sütünle beslendik Senin sütünle huy sahibi olduk.

• Ey bizim gözümüz gibi olan sevgili! Perde arkasında durma! Gözde perde bulunması hoş bir şey değildir.

• Aşktan çok bahsetme, aşkı yaşa! Aşkı şarap gibi iç, onu tat! Söylemek yemeye içmeye benzemez.

 

1179. Can, kendine secde etmede idi.

Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe'ulün 

(c. V. 2353)

• Beden uykuda iken can, beden atından inmiş, basit bir aleme, rüya alemine yaya olarak gelmişti.

• Derken bir aşk seli geldi. Canı kaptı götürdü. 0 sel, denizlerden bile coşkundu, ziyade idi.

• Aşk seline kapılan can, telaşla iki gözünü açtı. Kendini latif bir su olarak gördü.

• Bu su, şeker gibi kendiliğinden tatlı idi. Şarap gibi kendiliğinden coşup köpürüyordu.

• Halk, bir halde cana bakmakta idi. Can da şaşırmış halka değil, kendine kendi haline bakmakta idi.

• Orası mekansızlık alemi idi. Çünkü ne secde eden vardı, ne de secde edilen seccade vardı. İşte böyle halde can kendine secde etmekte idi.

• "Ey can neşesi! Ey neşeli can!" diye dudağını kendi dudağına koymuş, kendini öpüyordu.

• Her şey, birbirinden doğar. Ey can! Sen hiç kimseden doğmadın.

• Derken, can deve olmuştu. Beden de onun yuları haline girmişti de Tebriz şehrine doğru gitmede idi.

 

1180. Bizde bir hayalden başka bir şeycik kalmadı.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün 

(c. V. 2356)

• Biz kadîm olan, önüne evvel düşünülemeyen bir zamandan beri aşka düşen   kişileriz. Bizden olmayanların, bizden geri kalanların hepsi de bize seyirci olmuşlardır.

• Fakat seyirciler usandı. Ortada yalnız kızgın aşk şuleleri ile beslenen gönül kaldı.

• Biz, gökyüzü gibi güneşin arkadaşıyız, dostuyuz. Biz onun ışığında yıldız gibi gizli kalmayız.

* Biz minarenin üstündeki deve gibi parmakla gösteriliyoruz, tanınmışız.

• Bizde bir hayalden başka bir şeycik kalmadı. 0 da parça parça oldu, ortadan kayboldu.

• Hakk sevgisi yolunda yürüyenler, çare aradılar. Anladılar ki, varlık kaldıkça çare yoktur.

• Demir, bakır, kaya gibi aşk ateşinde yanmak için sıraya girdiler.

• Erkekçesine, korkmadan, sonsuz olan, kıyısı bulunmayan aşk denizine daldılar.

 

1181. Doğudan batıya kadar nur dalgaları gelip durmadadır.

Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ülün

 (c. V. 2358)

• Biz iki gözü de, canı da şaşırmış kalmış kişileriz. Sen dalıp gitmiş, kendilerinden geçmiş aşıkları görmek istiyorsan bize bak!

• Sen bir mana ay'ısın. Bizse senin parlak yüzünün etrafında şaşkın gökyüzü gibi başımız dönmüş bir halde dolaşıp duruyoruz.

• Akıl, senin davranışlarının, yaptığın işlerin etrafında dönüp dolaşan bir çobandır. Ben bu şaşkın çobandan feryad etmedeyim.

• Gözde binlerce mum yanmada, binlerce ışık parlamada, fakat bu göz, şamdan gibi şaşırmış kalmış.

• Doğudan batıya kadar gizli alemden nur dalgaları, şaşkın bir halde baş gösterip durmadadır.

• Bu ölmüş alemden dışarıda bir padişah var. Aşka hayran olmuş kalmış bir başka dünya var.

• Bana o başka dünyadan bir iz ver, haber ver, nerede olduğunu söyle diyorsun. Şaşkın, ancak şaşkının izini gösterebilir.

• Selahaddin'in yüzüne bak da, hayranlığın ifadesini orada bul!