1201. Ne olur gel! Canımın yerine sen benim bedenime gir de, bana can ol!

Mefa'îlü, Fe'ilatün, Mefa'îlü, Fa'îlün 

(c. VI,3050)

• Sevgilim sen güzellik hulasasısın, özüsün! Güzelliğin eşsiz padişahısın! Sen her insan gibi balçıktan yaratılmadın, büyük yaratıcı seni akılla, canla yoğurarak yarattı. Bu yüzden sen baştanbaşa cansın, akılsın!

• Gel, gel ki sen halkın hayatısın, canısın, kurtuluşusun! Gel, gel ki sen Hz. yakub'un gözdesisin, gözünün nuru da sensin!

• Suyuma, toprağıma, şu balçık yaratılmış bedenime ayağını bas, beni güzel ayaklarının altında ez! Ez de suyun bulanıklığı, toprağın karanlığı gitsin, su da arınsın, toprak da arınsın, senin sayende kirlilikten kurtulayım, tertemiz insan olayım.

• Senin nurunla taşlar yakut olsun, sana gönül veren, seni arzu eden kişi, senin lütfunla kendisi istenen, gönül verilen bir güzel olsun ve güzeller arasına karışsın.

• Sen bu güzelliğinle yüzlerce cana bedelsin! Ne olur gel, canımın yerine sen bedenime gir de bana can ol!

 

1202. Gizli dilber.

Mef'ulü, Fa'ilatün, Mef'alü, Fa'ilatün 

(c. VI,2931)

• Gözlere görünmeyen, gizlenip duran o sevgiliden eğer can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir eser görürsen coşar, taşar, yüzlerce cihana sığamaz olursun.

• Can güneşi görebilirsen, ordusuz bir padişah kesilirsin de, hem gayb mülkünü elde edersin, hem gizli sırları bilene kavuşursun. Duyup, istediğin ve sevdasına kapıldığın hazineyi yer yüzünde göremedi isen, onu gökyüzünde bulursun.

• Aşka hiyanet etmezsen emniyet kazanırsın; nice Çin güzellerini kolayca görür, kolayca elde edersin...

• 0 mübarek gönül aynasında, şüpheden temizlenmiş o berrak aynada, daha bu dünyada iken cennetteki güzelleri, güzellikleri bir bir bulursun, görürsün.

• Aşk oku seni yaraladı, sevgili seni mest etti mi; can elinden giderse kaygılanma! Onun gibi daha yüzlerce can bulursun.

• Eğer gönül vesveselerinin elinden bir an için olsun kurtulursan, çözülmesi pek zor olan tılsımın anahtarını elde eder, o tılsımı bozarsın.

• Can padişahının aşkıyla, putları kır, dök de onları yapanı, onları nakş edeni apaçık gör!

1203. Sen her hayale canım diyorsun, cihanım diyorsun.

Mefulü, Fa'ilatü, Mefulü, Fa'ilat 

(c. VI,3003)

• Keşke bir an için olsun kendini bilseydin! 0 insanı büyüleyen güzel yüzünden haberin olsaydı.

• Sen katırlar gibi çamura düşmüşsün, balçık içinde yatmış uyumuşsun. Ne olurdu aklını başına alsaydın da, kendini güzellerin evlerindeki zevk ve safa meclislerine çekip götürseydin!

• Sen zavallı kendi etrafında dönüp dolaşıyorsun, kendini seviyorsun, kendini görüyor, kendini göstererek meşhur olmak istiyorsun. Halbuki sende gizli bir hazine var, var ama, onu senin benliğin gizliyor, göstermiyor.

• Sen böylece hep bedenden ibaret bulundukça, yani yiyerek, içerek, zevk ederek, sadece bedenin için yaşadıkça, ruhundan haberin bile olmayacaktır. Ama bedenden ibaret değil de, ruhdan ibaret olursan o zaman ruh mülküne girer, orada ebedî olarak kalırsın.

• Diğer insanlar gibi iyiye, kötüye kapılmaktasın, iyi isen iyi ile, kötü isen kötü ile berabersin.

• Bir tek yemek olsaydın, tek bir çeşit lezzetin olurdu. Tek bir kazana girmiş olsaydın, hep aynı tarzda kaynar dururdun.

• Tortulu bir nesne gibi, sen de bu kaynayışta saf bir hale gelseydin; kirliliklerden kurtulmuş, temizlenmiş olurdun da yücelirdin, göklere yükselirdin.

• Sen zavallı, gölge varlıklara takılıp kalıyor, her hayale canım diyorsun, cihanım diyorsun! Hayallere kapılmasaydın, hayallerden geçseydin sen kendin can olurdun, cihan olurdun.

                         1204. Kendinden geçiş ne de hoştur, ne de tatlıdır.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(c. VI, 2504)

• İster zehir sebep olsun, ister şeker! İnsanın benlikten kurtuluşu, kendinden geçişi ne de hoştur? Ne de tatlıdır? Külah ararsın, bulursun da o külahı giyecek baş bulamazsın. Çünkü sen kendinden geçmişsin, kendinde değilsin. Artık benliği düşünecek başın da yok.

• Sevgilinin tuzağına düşüp de, kadehindeki aşk şarabını içince kendini bırakır, kendinden kaçmak istersin ama, kapı bulamazsın. Çünkü kendinden kaçmak, kurtulmak çok zordur. Bu sebeple kendinden geçiş pek hoştur, pek tatlıdır. Bu her adamın karı değildir. Has kullara mahsustur.

• Korkma; sen insan değil misin? Ölmedin ya, şöyle bir kımılda! Sence altın gibi değerli olan benliğini, altını seven o gümüş bedenliye ver, benlikten kurtul; benlikten kurtuluş, kendinden geçiş ne tatlı şeydir?

• Sen kendinde kaldıkça çok soğuksun, kar kesilmişsin! Haydi aşk güneşi ile eri! Yok ol da, derece al, yücel! Varlık gamını az ye; kendinden geçiş ne kadar tatlıdır ne kadar hoştur!

• "Ben dünya sevgisi tuzağına düşmüşüm. Verilen sayılı nefes bitmek üzere, ömür kadehim de ağzına kadar dolmuş." deme! Aşkın yardımı ile ihtiyarlıkta yeni bir ömür elde et de, nasıl gençleştiğini seyret! İhtiyarlıktan kurtulduğun gibi, kendinden de kurtul! Kendinden geçiş, kendinden kurtuluş ne hoştur.

• Kardeşim! Ne diye aklını başında tutuyorsun? Onu at gissin, sen önündeki şarapla dolu aşk denizini görmüyor musun? Ey kafir nefis artık müslüman ol !  Kendinden geçiş, kendini bırakıp gidiş ne tatlıdır, ne hoştur! 72

72 Necib Fazıl merhum "Akıl bir çürük diş, at kurtulursun" diye yazmıştı.

• Sevgilim! Haydi kalk aşk bahçesine gel! Mest olmuş, kendinden geçmişlerin arasına karış! Her birinin elinde bir kadeh var, aşk şarabı içmişler, kendilerinden geçmişler. Kendinden geçiş ne tatlıdır!

• 0 tek olan, benzeri bulunmayan padişahı gör! 0 her yerde hazır, ve nazırdır. Yani 0 her yerde bulunmakta, her şeyi de görmektedir. O'ndan hiç bir şey saklanamaz, 0 gönüllerden geçeni bile görür. Yarattığı bütün canlılarla ilgilenmekte, onları gözetmededir, yarattıklarını başı boş bırakmamıştır. Sen O'nun aşk denizine dal da kendinden geç, kendinden geçiş ne de hoşdur, ne de tatlıdır!

 

1205. 'Sen su gibisin, ben de kuru bir dereyim.
 Gel buluşalım, gel benim içimde ak!

                                  Mef'ülü, Mefa'îlün,Mef'ailü, Mefailün

                                                  (c. VI,2613)

• Yoldan dönüp geldiğin gün ne mutlu gündür. Gökteki parlak ay gibi gelir can penceresinden ışığını gönüle düşürürsün. Bizi bizden alırsın, başka bir aleme götürürsün.

• Ayın on dördü gibi nurlu ve parlak olan güzel yüzünle, yeryüzüne döşenmiş kara toprağı gökyüzü yaparsın, arş gibi süslersin.

• Şu kirli yeryüzünü nurunla aydınlattığın zaman, benlik balçığına saplanıp kalan nice ayağı bağlı akıllı kişiler kendilerinden geçerler, varlıklarından kurtulurlar. Nice canlar yeniden manevî ballar yemeye, manevî şekerler çiğnemeye başladılar.

* Şu altı köşeli konak yerinden, yani dünyadan şu ana kadar yiyeceksiz, devesiz, atsız olarak nice kervanlar gelip geçtiler. Mekansızlık alemine doğru yola düştüler.

• Sen benim canımı canlandır, aydınlat da, canım bedenime seslensin de desinki: "Ey hoca! Sen gelecek zamanı düşünme, yarını bırak da bugünü düşün, bugünü seyret, bugünü yaşa!"

• Sen su gibisin, ben de kuru dereyim. Ben seninle buluşmaktan gayrı ne isterim? Gel benim içimde ak, benim ol, gel, seni kucaklıyayım, ben seni seviyorum, seni istiyorum. îçinde su akmayan dere ne işe yarar?

• Sen su olduğun için herkesten ilerde koşuyorsun. Herkesten ileri olduğun için sevin, mutlu ol! Fakat Allah'a yemin ederim ki, sen kendinden yana çıktıkça, kendini beğendikçe, kendini, kendi gerçek varlığını bulamayacaksın ve huzura kavuşamayacaksın.

• Ben kaybolan gönlümü aramaya çıkmıştım, yolda ona rastladım. Onu, tedavisi güç bir hastalığa tutulmuş, bir sevdaya düşmüş, perişan olmuş bir halde buldum.

• Ey Tebrizli Şems! Senin ayrılığın beni ezdi, öldürdü. Fakat yüzlerce defa  daha beni ezsen, ayaklar altına alsan, öldürsen yine senin aşkından ayrılamam

 

1206. Şehvet çamurlarına bulanmış kanatlarını yıka, temizlen, uçmaya hazırlan!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. VI,2873)

•Yürü ey can! Yürü acele yürü! Sen şaşılacak, acayip bir yolculuktasın Durma haydi, manalar denizine doğru git! Çünkü o deryanın en değerli incisisin!

• Bedenin, maddî varlığın bir çok konaklar aştı. Mineral, bitki, hayvan mertebelerinden geçti; geldiğin yerleri hatırlamakta inat etme! Bu tavlada, bu hayvanlık konağından da geçip giderek ...

• Aklını başına al da; beden balçığından da kurtulmaya çalış! Şehvet çamurlarına bulanmış kanatlarını yıka, temizlen vakit geçirmeden uçmaya başla! Neden senden evvel uçup giden dostların peşine düşmedin, senin burada ne işin var?

• Ey ab-ı hayat! Ey can! Seni içinde mahbus tutan, senin hürriyetini alan şu beden testisini kır da, şu can ırmağında akmaya başla! Yani ölmeden evvel öl, nefsanî arzulardan kurtul, her testiyi kıranın önünde ne zamana kadar kasecilik edeceksin? Yani müritliği bırak da merd ol, kamil insan ol!

• Şu dağın başından aşağılara doğru koşan sel gibi, ak! Başını taştan taşa vurarak, coşarak, köpürerek feryad ederek vahdet denizine koş! Bu dağda kimse kemer kuşanamaz, yani bu dağda kalmakla kimse yararlı insan olamaz, kendinden kurtul, insanlığa karış!

 

1207. Dünyada hased gibi, insanın hem kendisine, hem de başkalarına zararı dokunan bir şey yoktur

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI, 2659)

• Tenbel tabiatlı olan ve hayatta başarıya ulaşamayan kişi, hiç kimsenin sağlığını, hoşluğunu istemez.

• Aklını başına al da, başarıya ulaşanlara hased eden kişilere eteğini kaptırma, onlar seni aşağılara çekerler.

• Dünyada hased gibi, insanın hem kendine, hem de başkalarına en fazla zararı dokunan bir şey yoktur.

• Yusuf (a.s.) gibi sana hased eden, seni çekemeyen kardeşlerden ayrılırsan, Mısır'a sultan olursun, kurtlardan kendini kurtarırsın.

• Hased eden kişi, yüzüne gülüp iki ayağını öpse de bil ki iç yüzünden iki eliyle sana hançer saplar.

• Onun merhameti ve sevgisi yoktur; neden ona güvenirsin? Onun gönlü yoktur; niçin ona gönül verirsin?

• Eğer, sen takva kalesine sığınırsan, yol bulur da o kaleye girebilirsen; ebedi olarak hasedden de, hased eden kişiden de kurtulursun.

 

1208. Benim gibi bir dilenciye senin gibi bir padişahlar padişahının karşılık vermesi doğru mudur?

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c. VI,2661)

• Ettiğin ahd, ettiğin yemin, verdiğin söz ne oldu? Nerelere gitti?

• Hani gökyüzü döndükçe, başı dönmüş bu şaşkın aşıktan yüz çevirmeyecektıin? Sen böyle dememiş miydin?

• Güneşin gönlü sıcak kaldıkça, bizim aşkımızın sıcaklığına bir soğukluk gelmez dememiş miydin?

• "Bütün ermişlerin canlarına, erkekliğine yemin ederim ki. gönlümüz bir kalacak, birbirinden ayrılmayacak." diyen sen değil miydin?

• "Sen bana daha önce cevretmiştin de, onun için ben de sana cevr ettim " diyorsun.

• Benim gibi bir dilenciye senin gibi bir padişahlar padişahının karşılık vermesi doğru olur mu?

• Ben değersiz bir varlığım, toprağım, rüzgarının önünde toz olur savurulursam beni ayıplama, hoş gör!

• Benim gibi bir hiç olan, ayaklar altında çiğnenen tozdan yola bir ayıp gelmez. Senin aşkın yüzünden solmasından, sarı olmasından altın utanmaz.

1209. Sen can oğlusun, senin işin küçük aşktır.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI,2660)

• Neden bir düşünceye takıldın, çaresiz kaldın? Kendi içine kapandın, gamlara battın?

• Sen parça parça iken, yani maddî varlığın çeşitli yerlere dağılmış iken, unsurlara takılıp, kalmışken ben seni bir araya topladım, neden vesveseye düştün, yüz parça oldun?

• Benim aşk mülkümden varını yoğunu çektin götürdün de, şu gurbet yurdunda dünyada avare oldun, perişan oldun.

• "Yeryüzünü senin için beşik yaptım."73 Sense, ni'metin, lütfun kadrini bilmeyerek, döndün sanki beşik tahtası oldun

    73 Taha Suresi, 20/53. ayete işaret var.

• Taştan sana ab-ı hayat akıttım. Sen kirli, kupkuru bir aleme gittin, manevî duygularını kaybettin, taş oldun, kaya oldun.

• Sen can oğlusun, senin işin küçük aşktır. Neden asıl işini bıraktın da başka çeşit işlere kendini verdin?

• Seni yüzlerce defa parlayan, bir çok ihtiyaçlar peşinde koşturarak hırpalayan, harap eden bu dünya evinin kapısına düştün, çevresinde dönüp dolaşıyor oradan bir türlü ayrılamıyorsun.

• Can helvası ile beslendiğin, yüzlerce tatlılar tattığın mana evine güvenemedin, tuttun nefs-i emmareye kul oldun.

 

1210. Bu şarap, üzüm suyundan yapılmamıştır;bunun kadehi de yoktur.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün

 (c. VI,3058)

• Sevgilim seher vaktinde bana bir şarap sundu. Ne olur, daha bir şey yememiş şu ham adama, bana verilen şaraptan veriniz!

• Bu şarap tuhaf bir şaraptır. Bu üzüm suyundan yapılmamıştır. Onun kadehi de yoktur. Sarhoşların şarap içerken yedikleri badem, şeker gibi mezesi de mevcut değildir.

• Bir saman çöpünü rüzgar nasıl havaya uçurursa, o şarap da beni öyle havalandırdı. Beni benden kurtardı. İşte sevgili seher vaktinde o ateşli şarabıyla beni böyle ağırladı.

• Çok yalvardım; "Bana şarap verme!" dedim, fakat o bana; "Yapma, yapma iç; bu fırsat daha ele geçmez.

• Böyle hoş bir şarap, benim gibi bir sakî, sen de sanki içi boş bir ney gibisin. Bu durumda hangi akılsız, hangi bilgisiz; 'Ben şarap içmem.' der?"

1211. Aslında aşk sultanlıktır, olgunluktur, murada ermektir

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, 

(c. VI, 3059)

• Aşığın ayıplanmadan, adının kötüye çıkmasından korkusu olur mu? Çünkü aslında aşk sultanlıktır, olgunluktur, manen murada ermektir.

• Aşk kaplanı, cihanın renginden, kokusundan hiç korkar mı? Yokluk timsahı, cehennemi yutmaktan çekinir mi?

• Aşık, o şarabın verdiği mestlikle ne hallere düşer, kadeh bile o şarabın yüzünden erir, kadehlikten çıkar.

• Toprağın da yeri mi, sözü mü olur? Tür dağına o aşk şarabının bir katresi döküldükte, dağ, binlerce gürültü ile oynamaya başladı. Binlerce coşkunlukla düştü.

• Sen dayanıksız sırça bir gönüle sahip oldukça, aşk kadehinin ne olduğunu, onun gücünü ve tesirini ne bileceksin? Sen dünya sevgisi, dünya nimetleri tuzağına düşmüş bir kuşsun. Aşk tuzağının ne olduğunu nereden bileceksin?

• Bana bak da gör, bu dünyada halkın en aşağısıyım. Ama öyle kendimden geçmişim ki; kim ileridedir, kim aşağıdadır, ayırdedemiyorum?

 

1212. Gönlüm bedenimden sıçrayıp çıksaydı da bir daha geri gelmeseydi.

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, MUfte'ilün 

(c. VI,2461)

• Gönlüm bedenimden sıçrayıp çıksaydı da bir daha geri gelmeseydi. Böylece ben, beni çok hırpalayan, perişan eden gönülden kurtulsaydım ne iyi olurdu. Ben gönülsüz kalınca, dünyada hoşa gitmeyen ne varsa, hepsi güzelleşir, hepsi hoşa giderdi . 74

• İyi olsun kötü olsun, doğru olsun eğri olsun, az olsun çok olsun, hoca bunların hepsinden de kurtulurdu.

• Lüzumsuz bir iş kalmazdı. Bıkmak, usanmak yok olur, giderdi. Ne bilgi kalırdı, ne abdallık; mutluluk meydana çıkar, davul çalmaya başlardı.

• Toprak yığınımın yani mezarımın üstüne çık da bağır; de ki: "Ey beni öldüren kişi; ben görünüşte mezardayım ama, aslında çayırlıktayım, çimenlikteyim."

• İnsan, Allah ile beraber olduktan sonra, mezarda bulunması ne hoştur, ne güzeldir. Allah'ın sevgi tuzağına düşmüş kişiye şeytan ne yapabilir? Onu hiç tuzağa düşürebilir mi?

• Fazlaca Allah'tan ayn düşen kişi "Hallac-ı Mansür" olsa karıncadan bile güçsüzdür. Küçüktür, zavallıdır. Çünkü onun dayanacağı, güveneceği yoktur.

74 Bu beyitlerde Hz. Mevlana, insanı perişan eden duygularından kurtulmayı anlatıyor. Daha doğrusu, kendini beğenmeyen, kendinden kurtulmak isteyen bir insanın ruh halini dile getiriyor. Nitekim Mesnevî'nin V. cildinin 668-670. beyitlerinde aynen şöyle buyurur:

"Damarlarım attıkça, canım bedenimde oldukça kaçmadayım, insanın kendinden kaçıp kurtulması kolay olur mu? Başkasından kaçan, ondan uzaklaşınca, ondan kurtulunca, kaçmayı bırakır, olduğu yerde durur. Ben ise, hem kendimin düşmanıyım hem de kendimden kaçıp kurtulmak istiyorum. Kaçarken kendimi de beraber götürdüğüm için kendimden kurtulmama imkan yok. Bu yüzdendir ki, benim işim kıyamete kadar durmadan kaçmaktır, kaçmaktır."   Ahmed Haşim merhum da "Başım" adlı şiirinde düşünceleri ile gönlü arasındaki uçurumu anlatır.

"Bî-haber gövdem gelmiş konmuş 

Müteheyyiç mutakallis bir baş 

Ayırır sanki bu baştan etimi 

Ömr-i ihrama mu'adil bir baş

 Ürkerim kendi hayalatımdan 

Şanki kandır şakağımdan akıyor 

Bu kızıl çehrede ateş gözler 

Bana güya ki içimden bakıyor

1213. Aşk, Allah evidir, ey Hakk aşığı;  sen de o evde oturmaktasın.

Mefulün, Failat, Mefa'îlün, Fa'ilat 

(c. VI,2997)

• Ey başımızın üstünde dönüp duran gökler! Siz de o mana güneşinin aşkına tutulmuşsunuz, siz de, benim giydiğim gibi aşk hırkasını giymişsiniz. Sizler de benim gibi aşıksınız.75

  75 Hz. Mevlana Dîvan-ı Kebîr'in başka bir yerinde:

"Eğer başımızın üstünde dönüp duran şu gökler aşık olmasalardı, göğüsleri böyle saf ve temiz olmazdı." diye buyurmuştur. (c. 6, nr: 2674)

• Vallahi aşıksınız. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim: İçiniz de, dışınız da pırıl pırıl, lekesiz, ter ü taze yem yeşil...

• Sizin biz zavallı insanları etkileyen dört unsurla ilginiz yok. Su sizi ıslatamamış, toprak sizi kirletmemiş, ondan uzaksınız, ateş de sizi yakamaz. Hele' rüzgar size hiç bir şey yapamaz.

• Ey değirmen çarhı gibi dönüp duran gök, seni hangi ırmağın suyu döndürüyor? Bir defacık olsun söyle? Sen ne de sağlam demirden yapılmış bir çarksın...

• Bazen bir dönüşte yeryüzünü îrem bağı gibi süslersin, her tarafı çiçeklerle, güllerle, meyvelerle doldurursun, bazen öfkeye kapılır, ortalığı kırar geçirirsin, ağaçları bile köklerinden söker atarsın.

• Sanki güneş bir mumdur, sen de, ey gök, onun pervanesisin. Bu yüzdendir ki, gönül verdiğinin etrafında dönüp, duruyorsun.

• Ey gökyüzü! Sen de hacılar gibi ihrama büründün, maddî bir örtü sarındın Kabe'yi tavaf ediyorsun.

• Allah; "Hac edilecek yere erişen emandadır."76 diye buyurdu. Ey Hakk'ır emrine uyan, gökyüzü, bu yüzden sen afetlerden kurtulmuşsun.

  76 Al-i İmran Suresi, 3/97. ayete işaret vardır.

• Şu dünyada gördüğümüz herşey, hepsi bahanelerdir. Ne varsa aşktan ibarettir. Aşk, Allah evidir. Ey Hakk aşığı, sen de o evde oturmaktasın.77

   77 Hz. Mevlana'nın şu ruba'îsi aynı konuyu ifade etmektedir:

"Her nereye başımı koysam secde edilen ancak odur, altı cihette de ve altı cihetin dışında da ma'bud ancak odur. Bağ, gül, bülbül; güzel dost, bunların hepsi birer bahanedir. Bunların hepsinden de maksat yalnız odur.

• Artık bundan fazla söylemem. Fakat Allah'a yemin ederim ki, şu gönülde söylenecek ne nükteler, ne manalı sözler var. Var ama onları söylememe imkan yok.

 

1214. Ey başı kesilmiş ney; dilsiz, dudaksız olarak sırlar söyle!

Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fe'ilat

(c. VI,2994)

• Ey güzel sesli ney! Çıkardığın seslerle gönüller almadasın. Hoşsun, güzelsin, sıcak sıcak nefes vermedesin. Soğuklukları silip, süpürmedesin.

• İçin bomboş, ne boğum var, ne başka bir şey! Sen dertlere düşmüş, perişan olmuş gönüllerden, dertlere düşmüş canlardan derdi, elemi almakta, onları da kendine döndürmekte, böylece de dertli, kederli, elemli kişilerin yerine sen feryad etmekte, sen ağlamaktasın.78

78  Hz. Mevlana Dîvan-ı Kebîr'inin başka yerlerinde, ruba'îlerinde de ney hakkında güzel şiirler söylemiştir. Mesnevî'ye "Bu neyi dinle!" diye başlamıştır. Mevlana aşığı merhume Fevziye Çamsever Hanım'ın Mesnevî başındaki "Dinle neyden" ilham alarak yazdığı "Dinledim Neyden" başlıklı şiirinden birkaç kıt'a alarak bu şiiri açıklamak istiyorum:

"Andırır bir hasta kalbin ah ve istimdadını

Nağmesinden topladım bin bir fırakın yadını

Peyrev eyler ahına güya gönl-i naşadını

Dinledim neyden, bu akşam, hasretin feryadını

 

Kah coşar aşkın sesiyle şimdi mestane eda 

Kah yanar fırkat diliyle sanki bir vuslat-ı cuda 

Yükselir kurb-ı cemale, nefha nefha her sada

Dinledim neyden bu akşam, firkatin feryadını

 

Ruhlara serin nevayi yaralı bir ney midir? 

Nağmeler, nağme değil de bir ilahî mey midir? 

Öyle mest olmuş ki ruhum neşve de bir şey midir? 

Dinledim neyden bu akşam hasretin feryadını

 

Nağmesi güya sada-yı 'bişinev ez ney'den gelir 

Sîne-i aşığa uğrar da ilaha yükselir Sır mıdır? 

Sevda mıdır? Şekva mıdır? Bilmem nedir? 

Dinledim neyden bu akşam firkatin feryadını"

• Herkesin gönlüne göre sesleniyorsun, sızlanıyorsun. Herkesin sevgilisine benzer resimler yapıyorsun, okuma yazma bilmiyorsun ama, iç yüzde, gönüller aleminde çok başarılı resimler yapan bir ressamsın.

• Ey bütün görünen ve görünmeyen şeylerin, hakîkatlerin, aslı, şekli, sureti olan güzel varlık! Sen şimdi hangi perdedesin, hangi makamdasın, hangi nağmedesin? Ey şeker gibi tatlı olan azîz varlık; ne olur lütfet, ney'in nağmeleri arasından bir baş göster, bize görün!

• Sanki gözlerin dokuz göz olmuş, can da sana on kulağını vermiş, nağmelerini her tarafa, altı yöne de üfle! Çünkü altı yön de senin tanıdığındır. Senin için yabancı yoktur. Sen herkesin dostusun.

• Ey başı kesilmiş ney; dilsiz, dudaksız olarak nağmelerle, sırlarla söyle! Seni üfleyenin nefesinden aldığın sıcak, içli duyguları, seni dinleyelere de bir bir hoş şekilde duyur!

• Ney'in içine ateş düştü. Yanıyor, alemi duman kapladı. Ey ney; senin sesin, aşk sesidir. Sen ateşlisin, için yanarak aşk sesini duyurmadasın.

• Ey ney; kendi aşkınla, aşk ateşinle Leyla'nın, Mecnun'un aşk sırlarını dile getir, inle, feryad et! Ey ney; bu halinle gönüle ne hoş şeyler duyuruyorsun, cana ne huzurlar bağışlıyorsun.

• Galiba senin nefesinde Tebrîz şehrinden bir koku var. Böyle olduğu için, güzelliğin ile, güzel nağmelerinle nice gönüller elde etmedesin.

 

1215. Denizden gebe kalmış olan bulutlarda, baba evinden ayrılan gelinin gözündeki ağlayışa benzer tatlı bir ağlayış var.

Mefülü, Mefa'îlün, Fe'ulün (c. VI, 2735)

• Ne oturuyorsun? Haydi sıçra, kalk! Bahar mevsimi geldi. Herkesi çağırıyor, sen de bu çağrıya uy, seher vakti esen rüzgar gibi salına salına bahçeye gir!

• Hafîf sabah rüzgarı ile, neşeli neşeli sallanan ağaç dallarından oynamayı öğren, sen de içindeki sıkıntıları at, onlara katıl, oynamaya başla! Kulağından

gaflet pamuğunu çıkar. Bahçedekilerin konuşmalarını dinle! Çok yakınında bulunan lalelerden ve çok uzaklardaki dağdan gelen sesleri duy!

• Dikkat et reyhan boş durmuyor. Yeşilliği bir sır fısıldıyor. Bülbül ötmeyi bırakmış "Biraz da sen öt hep ben ötecek değilim ya!" der gibi gülden bir nağme bekliyor.

• Çayırlar, çimenler esen hafif, tatlı rüzgarla dalgalanıyorlar, coşuyorlar, deniz tarafından da bir aşinalık, bir dostluk havası esip gelmede.

• Denizden gebe kalmış olan bulutlarda, baba evinden ayrılan gelinin gözündeki ağlayışa benzer bir ağlayış var.

• Bulutun ağlayışından, şimşeğin ışıklı gülüşünden güç aldıkları için sünbül boy atmış, selvi de göklere doğru yücelmiş.

• Dedi kodudan hoşlanan kumru, söz kapmak için kulağını adeta tuzak gibi kurmuş, bütün dikkatiyle etrafı dinliyor. Bir şeyler öğrenmek istiyor.

• Bu sırada nergis söze karışıyor, süsene "Haydi" diyor "Sessiz durma, sen de bir şeyler söyle! Ya birisini öv, yahut da kına, çekiştir!

• Haydi ey yüzlerce dili olan süsen; hiç olmazsa kuşlara şu meşhur zümrüd-i anka(=devlet kuşu)'nun hikayesini anlat!"

• Süsen, "Sus!" diyor, "Değeri çok pahalı olan bir kadehle içtim, sarhoş oldum.

• Ben öyle sarhoşum ki, kendimde değilim, olur ya dilimden yanlış bir söz çıkar, istemediğim halde durup dururken bir gönül kırmış olurum."

• Süsen, nergise diyor ki: "Sen, dedikoduyu bırak da, çiçeklere, ipek elbiseler giydiren o büyük padişaha yüzünü çevir, niyazda bulun!"

• Söğüt ağacı da, kendini tutamadı, söze karıştı, başını sallaya sallaya: "Biz kış ejderhasının elinden kurtulduk. Bahara tekrar kavuştuk." diye söylendi ve selviye dedi ki:

• "Ey selvi; yaradanın bu lütfuna şükr ederek, başını göklere kaldır, ayağını yere vurarak oyna, oyna!"

1216. Bugün aşkın tam dostuyuz.

Mef'ülü, Mefa'îlün, Fe'ulün

 (c. VI,2728)

• Bahar var, bağ var, bahçe var, uzun boylu, nazlı nazlı sallanan selviler var Biz burayı bırakıp başka yerlere gidemeyiz.

• Bugün aşkın tam dostuyuz, hiç bir şey düşünmeden, sevgi kadehini elimize alalım.

• Ey güzel sesli çalgıcı, ey hoş sesler çıkaran ney; bugün sen de yüksek sesle feryad etmelisin, yüksek sesle inlemelisin.

• Ey neşe, ey muradına ermiş sakî, durma! Hemen bize aşk şarabı sun!

• Sun da onu hoşça içelim, sonra da zevalsiz olan, o eşsiz varlığın lütfu gölgesinde yatıp rahatça uyuyalım.

• Bu sunduğun şarabı biz, boğaz yolu ile değil, gönül yolu ile içelim, içelim de gecelerin getirmediği, gecelerin bilmediği başka türlü bir uykuya dalalım.

• Ey gönül! Senden bir ricada bulunacağım: 0 kadeh, başka kadehlere benzemediği için eline alır almaz onu hemen içme, ona sevgi ve saygı göster! Onu öp, yüzüne gözüne sür!

• Sen gönül yolu ile içilen şarapla mest olunca tam olgunluğa ulaşacaksın, işte o zaman kamil insan olacaksın.

• "Rabbleri onlara tertemiz bir içki içirmiştir."79 sırrına erer de o mana şarabı ile ölümden, yok olmadan kurtulursun.

79 İnsan Suresi, 76/21. ayetten iktibas var.

 

1217. Mutlu Güne Methiye

Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fa-lün 

(Bir yazma nüshadan alınmıştır. )

 

• Ey gün; sen bugün pek güzelsin, pek hoş bir günsün. Ey gün; sen ne çeşit bir günsün, sen binlerce yıldan daha değerlisin.

• Ey gün; bütün günler sana kul olsun, köle olsun. Başka günler hicrandır, ayrılıktır, ama sen vuslatsın.

• Ey gün; senin gerçek yüzünü kim görebildi? Ey gün; bugün senin pek büyük bir güzelliğin var.

• Ey gün, aslında senin kendi güzelliğini, kendi yüzünü ancak sen kendin görebilirsin. Seni daha iyi görmesi için gözümün kulağını tuttum, çektim, "Kendine gel!" dedim, "îyi bak, dikkatle bak da şu günün güzelliğini gör!" 80

  80 Fransız şairlerinden La Martine(1790-1869)'in Göl başlığını taşıyan bir şiirinde sevgilisi ile göl kenarında otururken; "Ey zaman sakın geçme dur!" diye zamana bir yalvarışı vardır-Fransız Akademisi azası edib ve münekkid Emile Faguet Lamartine'nin şiirindeki bu buluşa, bu duyguya hayran olmuş, şairi pek meth etmiştir. Münekkid Faguet, Mevlana'nın hiç bir şairin düşünemediği ve tahayyül edemediği bu güzel ve içli duygularına aşina olsaydı acaba ne söylerdi? Bırakalım yabancıları, biz kendi büyüklerimizden habersiz yaşıyoruz

• Ey gün sen gündüzün meydana gelen, güneşin aydınlattığı bir gün değilsin. Hiç bir güne benzemeyen, bambaşka bir günsün sen! Pek büyük olan, tek olan, eşsiz olan Allah'ın nurundan meydana gelmiş bir günsün.

• Her akşam güneş batarken senin ayağına kapanır, sana secde eder de, ay'a der ki: "Ey ay; ben gidiyorum; karanlık geceyi hoş, tatlı ışıklarınla aydınlat ve saygı ile, iştiyakla günün gelmesini bekle!"

• Ey günler içinde gizlenmiş olan mutlu gün! Ey zevalsizlik, sonsuzluk aleminde oturmakda olan gün!

* Artık fazla söylemeyeyim ve senin büyüklüğünü, değerini belirten olgun sözlerden vazgeçeyim, susayım. Çünkü sen her olgunluğun, her derin düşünenin, her hoş sözün, içli duyguların ilerisinde, ötesindesin.

• Olgunluğun sözle anlatılamaz ki, sen sözden, sesten daha açık olarak  meydandasın.

• Sözden hayal belirir, halbuki sen vehimden de, hayalden de, tasavvurdan da yücesin.

• Ey sulara tatlılık, duruluk veren aziz varlık! Vehim de, hayal de sana susamıştır. Onlar da seni aramaktadırlar.

• Vehim de, hayal de; ikisi de can suyuna dalmış. Fakat hem seninle dolu, hem sensiz olan şu alemde ikisinin de ağzı kupkuru.

• Bu gazelin (bu şiirin) arta kalan kısmı da, perdenin arkasına girdi, senden gizlendi. Çünkü çok söyledin, usandın, yoruldun.

 

1218. Peygamberimize övgü.

Müfte'ilün, Fe'ulün, Müfte'ilün, Fe'ulün 

(c. VI, 2892)

• Ey ebediyyetin, sonsuzluğun padişahı! Ey gökyüzünün ay'ı! Sen yaşayışın kaynağısın, sen mekansız alemin gül bahçesisin.

• Senin tatlı, berrak suyunu görünce can hikayesini duydum, can gibi mana aleminin derinliklerine daldım, görünmez oldum.

• Hoş kokulu misk aşığı olan kişi, misk ahularını avlamak için onları kovalarken, ahular sarhoşlar gibi koşarak göbeklerindeki misk kokusunu etrafa yayarlar.

• Senin insana canlar bağışlayan, şeker gibi gülüşün yüzünden şeker bile sana kul köle olmuş. Diri olan can senin aşkınla dirilik denizine batmış, kaybolmuş.

• Ey dünya sevgisine kapılmış, gaflet sarhoşları! Peygamber mübarek yüzü ile bilgisizlik karanlıklarını aydınlattı. Gündüz oldu, uyanın, kalkın, Hak bülbüllerinin gül bahçelerinden gelen gönül alıcı seslerini işitin, mest olun!

• Yaseminler gibi cilvelen, manevî neşe ile başını oynat, salla! Etrafa şekerler dağıtmak, ağızları manen tatlılandırmak istiyorsan, evini ballarla doldur!

• Nergis gözlerin mest oldu. Sen perî misin, yoksa melek misin? Şekerlerle yoğrulmuşsun, sen gül bahçesinin goncası mısın?

• Kardeşim, gece gündüz mest olmak, kendinde olmamak çok hoş bir şeydir. Aklını başına al da büyükler büyüğü Allah'ın aşkıyla mest ol, bu halden daha iyi hal düşünülemez. Bir ikincisi yoktur.

• Onun mübarek adı, canlara candır. Onu anmak, zikr etmek, madenlere la'ldir, yakuttur. Onun aşkı ruhlara hem güvenlik, hem de emellerin özüdür.

• Adını andığım zaman bahtım yeşerir, kutlu bahta kavuşurum. İsminin anlamını yaşamış olurum.

• Bu kadehteki şarap, sizi bulmak, ağızsız bir yoldan size ulaşıp gönülde, canda parlamak, sizi sizden alıp götürmek için acele ediyor, çırpınıyor duruyor.

• Ey anlayışı olan akıllı kişi! Manen kör olmuş kişinin körlüğünü gider! Bundan başka yapacak bir şey yok. İmtihana kalkışma!

• Bundan başka bir yol yoktur. Bundan başka bir padişah yoktur. Bundan başka bir ay da yoktur. Bundan başka ne varsa hepsi fanîdir, gelip geçicidir.

• Hayır sus, artık sus! Yalancıktan yüzünü ekşit, akıllı kişileri bırak da gizlice mansur şarabı iç!

1219. Güzellerin testilerinden su içenler, suyun kaynağından haber alırlar.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün 

(c. VI, 3080)

• Sen ya can gözüsün, nurusun, yahut da bizim iki gözümüzsün. Çünkü  parıl parıl, şule şule gözümüzün nuruna nur katıyorsun.

• Sanki sen, çok parlak bir güneşsin de, gönlüm peşinde bir gölge. İki gözünü de şana dikmiş, her tarafa gidip duruyor.

• Dünya güzelleri senin güzelliğinin ırmağından testilerini doldurdular da aşk yolunun susuzlarına bardak bardak su verdiler.

• Ne mutlu o aşk susuzlarına ki, güzellerin testilerinden su içtiler de o tatlı duru suyun kaynağından haber aldılar.

• Artık onlar şekil testilerini taşa vurup kırarlar da, senin ab-ı hayatını içmek susuzluklarını gidermek için yücelere, ötelere giderler.

• Ey Tebriz'in iftihar ettiği, övündüğü Şemseddin; tekrar Konya'ya gelirsen gerçekten de bizler yüzlerce murada erişiriz.

1220. Devesini kaybeden kürd.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(c. V, 2544)

• Bir ovada Kürdün birisinin devesini kaybettiğini duydum. Kürd ovanın her yanında devesini aradı.

• Deveyi bulamayınca, gönlü devenin hasreti ile dolu, düşüncesi darmadağın, perişan ve gamlı bir halde yolun kenarında yattı, uyudu.

• Sonunda gece geldi. Ortalığı kapladı, her tarafı karanlıklara boğdu. Kürd gece yarısı, gönlü gamla dolu bir halde uykudan uyandı. Bir de ne görsün? Yusyuvarlak, parlak bir ay gökyüzünde parıl parıl parlamada, etrafa nurlar saçmada...

• Ay ışığı ile etrafına bakınca Kürd devesinin biraz ötede yolda durduğunu gördü. Sevincinden nisan yağmuru gibi gözyaşları dökmeğe başladı.

• Yüzünü, nurlar saçan ay'a doğru çevirdi de: "Ben seni nasıl anlatayım? Senin vasıflarını nasıl dile getireyim?" dedi. "Sen güzelsin, hem iyisin, hem hoşsun, alımlısın, hem de nurlar saçmadasın."

• Allah'ım şuracıkta, şu dünyada kerem et de, nurunu artır, artır da insanın aklı başına gelsin, nefsine uyup kaybettiği insanlığını tekrar bulsun!

1221. Ah ne olurdu ben Şems-i Tebrîzî'nin kapısında bir aşk tercümanı olsaydım?

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2493)

• Ben tamamıyla can gibi olmasaydım, sana yüzümü gösterirdim. Benim bir belirtim, bir nişanım olsaydı, belirtimi sana gösterirdim.

• Ey Allah'ım senin lütfun beni bırakmıyor, yoksa senin sevdana kapılırdım da, zamanı hesaba katmadan, sonsuza kadar seninle kalabilmem için, bütün zamanları sinek gibi kovar dururdum.

• Can, gül fidanı aşkına kapıldı da; "Aşkın sırlarını açığa vurmaktan korkmasam, susam gibi baştan başa dil olurdum." diye söylendi.

• Halk bana "Sen akıllı bir kişisin." diyor. "Bir an için kendine gel, bu sevdadan vazgeç!" Onlara dedim ki: "Evet, her ne kadar akıllı idiysem de, şimdi böyle aşk delisi oldum."

• Geceleri ay gittiği zaman, hoş ışıklar saçan gümüş kaftanı sana layık bir kaftan olsaydı, elimi uzatır, onun kemerinden tutardım, çeker sana getirirdim.

• Senin aşkının havasının dalgası, beni bir an için bıraksaydı, ateşler haline gelirdim de, aşıkların aşkını artırma çaresi arardım. Onları yakar, yandırırdım.

• Kıskançlık oku ile korkutup zamanenin gözünü yumdurmasaydı, o zaman apaçık görürdü ki; ben onun elinde bir yaydan başka bir şey değilim.

• Bu söz ancak Tebrîzli Şemseddin'e bir işarettir. Ah ne olurdu ben onun kapısında bir aşk tercümanı olsaydım.

 

1222. Kendinde bulunan defineden haberi olmayan ağır canlı olur, tenbelleşir.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2492)

• İki dünyada da gönlünü kötülüklerden, günahlardan temizleyen, saf, tertemiz bir hale gelen insan ezeldeki "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sesine karşı "Bela" (=Evet) demesinin yokluk olduğunu görmüş, anlamıştır.

• Şu topraktan yaratılmış dünya, bir tepecik gibidir. Yokluk ise onun altına gömülü bir defınedir. Tepenin altında ne olduğunu bilmeyen çocuklar, onun üstünde koşuşurlar, eğlenirler, neşelenirler.

• Kimin gözü gafletle perdelenirse, onun hakîkati arama isteği yatışır, defineden haberi olmayan kişi ise ağır canlı olur, tenbelleşir.

• Ay gibi parlak bir güzellik defınesi var. Can onu gördü de, "Aman ne kadar da güzel, nazar değmesin!" dedi. Bu define, ne kadar da büyük; o elde edilmesi gereken çok değerli bir şey.

• Sevgilinin dudağını överdim, onun can yüzünü açarak güzelliğini anlatmak isterdim. Fakat onu anlayacak, ona ulaşmak için gereken gayreti sarf edecek kişi nerede?

• İki köyde de, yani iki dünyada da, ona layık kimsecik yok. Yok ama, varsın olmasın, sen aklını başına al da onun yoluna canını da, bedenini de at gitsin! Onun yolundan baş çekme, başını yere koy da, ona secde et!

• Ey tanınmış Tebrîz şehri! Sen de hizmet etmek için kemer bağla, Şemseddin'in kapısına git, başını yere koy! Çünkü başın büyük bir velînin ayağına kapanması kutlu bir şeydir.

1223. Gel Mansur şarabını iç de, kendinden geç!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün

 (c. VI, 3073)

• Gel, gel bizden ayrı düştüğün, uzakta kaldığın için sonunda pişman olacaksın, biz sana tatlılıkla, diller dökerek "gel" diye yalvarıyoruz. Sen ise köpürüp duruyorsun. Bunun sebebi nedir?

• Gel ki bu toplulukta hayat var, yaşama zevki var. Sanki yaşayış dalga dalga köpürüyor. Allah lütf ediyor, bizlerden yardımını esirgemiyor. Bu yüzden her tarafta mana şarabı, Mansur şarabı var.81

81 Mansur şarabı  ilahî hazînenin, Allah'a karşı duyulan hayranlığın verdiği manevî zevk. İlahî bilgiye mazhar olan, kendinden geçen, mest olan ve kendinde Hakk'ın varlığını hisseden, "Ene'l-Hakk" (=Ben Hakk'ım) diyen Hallac-ı Mansur hazretlerini darağacına götüren aşkın doğmasına sebep olan manevî şarap. Onun adına nisbetle Mansur şarabı adı verilmiştir. Lutfen (R) harfindeki gazeller arasında bulunan (1135) numaralı şiiri okuyunuz.

• Ey ümitsizliğe düşen kişi! Buraya gel, gel de binlerce mutluluk kadehini eline al afıyetle iç! Binlerce mana altınları al, güçlen!

• Burada binlerce çeşit Züleyhalar, binlerce çeşit Yusuflar var. Mana şarabı cana canlar katıyor, tanburlar çalınıyor.

• Burada bulunan herkes, bal denizinden yararlanmakta; "Haydi siz de gelin, biz başka türlü bir bal bulduk, artık bal arısının balından kurtulduk." diye bağırmaktalar.

• Kıyamet kopmuş, bütün sırlar, bütün yapılan işler, hadiseler meydana çıkmış, ortaya dökülmüş. Sur sesi, boru sesi ölüleri diriltmekte.

• Ey çürümüş, erimiş, dökülüp gitmiş kemik yığını; ey yılanlara, çıyanlara, karıncalara gıda olmuş beden! Haydi diril; kalk, topraktan baş çıkar!

• Ey zavallı beden! Sen vaktiyle Hakk'ın (Kün=) "Ol !" emrine uyarak şu fanî dünyaya gelmiştin. "Ol" emrini veren o yüce varlık şimdi seni yılanlardan, karıncalardan satın aldı. Onun emrine uyduğun için beden halindeki beylik elbiseni tekrar giy, ortaya çık!

• Farkında değilsin ama zavallı insan, inci mücevher hazinesi sendedir, senindir. Aklını başına al, dükkan derdinden kurtul, tertemiz nurla gıdalan! Nur elbette tandır ekmeğinden iyidir.

• Mansur şarabını meydana getiren ilahî aşk çiçekleri açıldı, artık solmaya mahkum olan çiçekleri de, üzüm şarabının mahmurluğunu da bırak gitsin.

• Ey yere ekilen tohum! Topraktan baş kaldır, boy ver, ağaç ol! İznimizle bizim halîfemizsin. 82

  82 Bu beyitte Bakara Süresi'nin şu mealdeki 35. ayetine işaret var: "Bir zamanlar Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım' diye buyurmuştu." Böylece insanın yeryüzünde Rabbin temsilcisi, Rabbin sıfatlarının mazharı olarak yaratıldığına işaret var.

• Kıyamet gününü; böyle bir günü kim görmüştür? 0 gün öyle bir gündür ki her şeyi, herkesî gecenin karanlığından kurtarmış, İnsanları körlükten, görmemezlikten halas etmiştir.

• Hz. Musa'nın eli gibi parıl parıl parlayan bir el, keremler etmiştir de, dünya Tur-ı Sîna'ya dönmüş, her şeyi apaçık gösteren nurlarla dolu bir sîne, bir gönül haline gelmiştir.

• Ey gönül! Sen şimdi canlar meclisinde otur. Canlar evinde, o ma'mur, güzel evde oturanların ev sahibi sensin.

• Gönül meyhanesinde Mansur şarabı içerek elde ettiğin sarhoşluğa bağlanıp kalma, büsbütün yıkıl, harap ol; şunu iyi bil ki, ma'murluğun aslı harap olmaktır.83

  83 Bu beyit, 1630 senesinde vefat eden Azmî-zade Haletî merhumun şu ruba'îsini hatırlattı:

                                   "Mahzun oluruz, kaçan ki dilşad olsak  

                                    Vîran kalırız eğer ki abad olsak  

                                    Ol  mürg-ı cefa perver aşk biz kim 

                                    Dama düşeriz kafesten azad olsak."

• Nerede hasta varsa, gelsin can sağlığına başvursun. Hastalığın sözü mü olur? Sen ölünün dirilmesini seyret!

• Şiiri sen söylüyorsan ben o şiirin kuluyum, kölesiyim. Çünkü sen İsrafil'in canına cansın surun üfürülüşüsün!

• Vay bu uzaklıktan, vay bu ayrılıktan, mademki söz ok'a, dil de yay'a benzer. Elbette söz er geç bir gün hedefe varır,

• Can sözü, harfle, sesle söylenemez. Yarlığayıcı olmazsa, yarlıganmış olamaz.

• Çünkü öte tarafta, öyle gönüller vardır ki, onlar ne Rum diyarındandır, ne  Türk'tür, ne de Nişaburlu. Onlar dilsiz ve dudaksız söylenen sözleri du- yarlar .84

  84 Hz. Mevlana gerek Mesnevî de gerekse Dîvdn-ı Kebîr'de "dilsiz, dudaksız konuşmaya" temas eder. Mesela Dîvan-ı Kebîr'in III. cildinin 1540 numaralı gazelinde şöyle buyurur:

"Gel de birbirimizle candan konuşalım, kulaklardan, gözlerden gizli olarak söyleşelim, gül bahçesi gibi dudaksız, dişsiz gülelim, düşünce gibi dudaksız, dilsiz görüşelim."

• Gel seninle beraber Tur Dağı'na kadar Hz. Musa'ya yoldaş olalım. Musa'ya "Tur Dağı'nda Allah ile konuştu." denmedi mi? 85

  85 Bu beyitte, Bakara Süresi 2/253. ve Nisa Suresi 6/164. ayetlere işaret var. Eşrefoğlu Rumî hazretleri de' bir şiirinde şöyle buyurur:

                           "Aşıklar dost dîdarını kande baksalar göreler

                           Musa gibi münacata Tur'u tayin etmeyeler 

                           Tur ne hacet, aşıklara çün her yerde ma'şuk bile

                           Daim münacat edeler bir dem ayrı olmayalar!"

• Acayip bir aşk benim eteğimi tutmuştur da, aç adamın yemek kabını tutup çekmesi gibi beni çekip durmadadır.

• Aşkın elinden kim kurtulmuştur ki, benim gönlüm de kurtulabilsin? Gönülleri yaralayan o uzun kılıcın kabzası ancak aşkın elindedir.

 

1224. Şu toprak perdesinin ötesinde gizli bir zevk var.

Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ülü, Mefa'îlün

 (c. VI, 2573)

• Ey benim canım! Şu toprak perdesinin ötesinde gizli bir zevk, gizli bir mutlu yaşayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün ardında yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalır. Ey sonsuz olan ruh, ey fanî olan ten!

• Bu halin nasıl olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak! Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir, ruhunsa cennet bahçelerinde kanat çırpmaktadır.

 1225. Mevlana bu şiiri hasta yatağında yatarken Konya'da olan depremler esnasında söylemiştir.

Mef'ülü, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI,2729)

• Allah'ım bu kadar sevgi ile, bu kadar merhametle beraber yine de bana şiddet ve hiddet gösteriyorsun, fakat ne olursa olsun ben sana gönül vermiş değil miyim?

• Seni görebilmemiz için bütün bu can şişelerini kırıp durmadasın. Bütün bu kırılmalar, dökülmeler, senin "Beni göremezsin." sözünden ötürü değil midir?

• Dünya evi deprem içinde sarsılıp duruyor. Çünkü evden eşya taşınıyor, ötelere göç var.

• Yüz binlerce hasta, senin aşkından ağlayıp inlemede. Sen de çok iyi bilirsin, onlar sensiz yaşayamazlar.

• Dünya gece gibidir. Sen ise bir güneşsin. Halk bütün suretten, şekilden, tenden ibaret. Sen ise cansın.

• İnsanlar kazanca, isteklere düşmüşler, didinip duruyorlar, candan gafletteler. Fakat can yerinden oynayınca, yani ölüm gelince feryad ve figana başlarlar. Can gidince, hayat güneşi tutulunca ne geçim kalır, ne neşe. İnsan sağken, hayatta iken kimse canı aklına getirmez. Fakat can gizlenince eyvahlar olsun, neler olur neler!

• Ey meclisin neşesi, parlaklığı, ey pazarın canı, hayatı! Ey evin de dükkanın da tatlılığı, lezzeti; sus! Çünkü söz ortada duran manalar denizine bir perdedir.

 

1226. İçli gönüllere, iman sahibi ruhlara seher vaktinde sunulan can şarabı.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün

 (c. VI, 3056)

• Sana can şarabı içirsem de artık gam yeme; kedere kapılma! Gamın da yeri mi? Artık her neşeli kişiden rehin olarak neşe al!

• Can şarabı içireyim de, seni iki yüz kanatlı bir melek yapayım. Bütün beşeri kirliliklerden, günahlardan temizlenesin. Böylece insanın işlediği suçları, kötülükleri, vasıfları, huyları üstünden atarak, insan şeklinde bir melek olasın.

• Daha hayatta iken, ruhun bedenden kurtulması, insanın kendinden kaçması nasıl olurmuş, eteğinden canlılık tozlarını silkerek, daha yaşarken ölen kişi ne hale gelirmiş, onları, o halleri sana göstereyim.

• İçli gönüllerin, iman sahibi ruhların halis ve Özel şarap içtikleri seher vaktinde, seni öyle bir mest edeyim ki, artık günleri ve geceleri saymaktan kurtulasın.

• Kaza ve kader, yaşadığın hayat şartları gereği karşına çıkardığı hadiselerin, belaların oklarını atar durur da sonra sana acır, yardım eder, işini kolaylaştırır.

• Rüzgar buluşma şeker kamışlığından esip gelmede, o rüzgar öyle tatlı bir rüzgar ki tadına bakıyor da şeker bile, şekerim diyemiyor.

• Sevgili lütfetti. Seher vaktinde güneş gibi bir kadeh sundu. 0 Mansur şarabını içtim, öyle kendimden geçtim, öyle mest oldum ki, bedenimin her cüz'ü, her zerresi duyduğu heyecandan oynamaya başladı.

• Ben çok mest oldum. 0 vakit "Dur." dedi. "Sana bir kadeh daha sunayım da şu ayrılık artık aramızdan kalksın."

• Ey cihan sakîlerinin canı! Sun, sun!.. Kerem sahibi, keremlerde bulunur, ay da aylığını yapar, gökyüzünde ışıklar saçarak mahzun mahzun dolaşır durur.

• Eşi benzeri olmayan Allah'ın Celal güneşine and olsun ki, şu başımızın üstünde dönüp duran, gezip dolaşan gök kubbesi, yaratıldığından beri senin gibi bir güzeli bulamadı, göremedi.

• Güzellikte kusursuz, edada eşsiz olan sevgili; ben susuyorum. Söylediklerimin tamamını sen söyle! Çünkü seher vaktinde sunduğun can şarabının mestliği beni benden aldı götürdü.

1227. İnsanlık güneşi çok yükseldi.

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün 

(c. VI,3076)

• İnsanlık güneşi çok yükseldi. Bu ne tatlılık, bu ne aşk, bu ne mestlik, bu ne kolaylık.

• Dünya senin parlak nurun karşısında değersiz kaldı. Adeta görünmez oldu. Sen nesin? Gönül kapan büyücü müsün? Yoksa güzelliğin definesi mi?

• Seni böyle çok hoş ve gönül alıcı bir şekilde çizen kalem, ne güzel kalemdir. Sen herkesin mektubunu yazılmadan okuyorsun.

• Sen artık altı cihet çadırından dışarı çık! Çünkü canlarda can kalmadı. Onlara aşktan haber ver, biraz göster!

• Ey gönül; padişahlar padişahının doğanı seni avladı. Sen artık kuşların dillerindeki sırrı anlayan bir tercüman oldun.

• Tercüman da nedir? Sen şimdi yücelerden yüce bir devlet kuşu oldun. Yüzlerce Süleyman'ın can bakışlarına afet kesildin.

• Ey insanlık güneşi; her seher vakti doğup parlayınca can horozu ötmeğe başlar. "Gel!" der, "Can da sensin, cihan da"

• Mademki Tebrîzli Şems canıma can kattı, ben şu dünya gül bahçesini bırakarak, canımı aldım, onun gülleri solmayan gül bahçesine götürdüm.

 

1228. Gizli defineyi yeryüzünde arama;  gönüllerde ara!

Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fa'ilün 

(c. VI, 2931)

• Gözlere görünmeyen, her zaman gizlenip duran o sevgiliden eğer bir can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir eser bulur, onun varlığını hissedersen, yüzlerce cihana sığmaz olursun.

• Can güneşini manen görebilirsen, orduları olmayan bir padişah gibi olursun. Hem gayb alemini elde edersin, hem gizli sırları bilene kavuşursun.

• İşittiğin, duyduğun ve sevdasına kapıldığın o gizli hazîneyi yeryüzünde bulamadınsa, onu, artık yeryüzünde arama da göklerde ara!

• Aşkta eğer emniyet kazandınsa, Çin ülkesinin nice güzellerini hem kolayca görür, hem kolayca elde edersin.

• 0 mübarek gönül aynasında, o şeksiz o şüphesiz saf, tertemiz aynada, daha bu dünyada iken cennetteki güzelleri ve güzellikleri bir bir bulursun, görürsün!

• Aşk oku seni ise, sevgili senin aklını başından aldı ise ve can elder gıtti ise üzülme! Onun gibi yüzlerce can elde edersin.

1229. Gök kapılan geceleyin açılır.

Mef'ülü, Fa'ilatün, Mef'ülü, Fa'ilatün 

(c. VI,2932)

• Ey kardeşim! Bir gececik de olsa uyumazsan ne olur? Mum gibi diri olsan, kıvılcım gibi uyunlasan...

• Gök kapılan geceleyin açılır. Talihler, bahtlar uyanır. Sen de ay gibi uyuma da tali' yıldızın parlasın, güzelleşsin.

• Sen gökyüzüne mensup bir kişi isen, elbette o alemi, gökyüzünü özlemek vardır. Bu kirli dünyada, gökyüzünden aşağılarda kalamazsın, yücelerden başka bir yerde yatıp uyuyamazsın.

• Geceleyin yürü ki, yollar geceleyin alınır, menzillere geceleri varılır. Eğer sen eşsiz padişahı istiyorsan, onun yoluna düşmüş, sefere çıkmışsan, seferde uyumamak gerekir.

• Ey insanlar! Bahtlı kişiler, Allah'ın merhameti ve sevgisi gölgesinde uyurlar. Kardeş; sakın sen de başka bir yerde uyuma!

                                       1230. Sen büyük bir alemsin.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün

 (c. VI, 2821)

• Sen bedeninin her zerresinden bir feryad duy, bir inilti işit! Çünkü sen büyük bir şehirsin, hem de bir şehir değil, belki binlerce şehirsin.

• Senin bedeninde cüz'lerin, hücrelerin hepsi susarlar ama, senin gizli şeylerini görüyorlar ve çalışmalarını senden gizlemiyorlar. Onlar bütün gün; "Gel bakalım, senin neyin var?" diye coşup köpürüyorlar.

• Sen ölümsüz, uçsuz bucaksız bir deryasın! 0 deryada sayısız balık var Bilgisizlik yüzünden, sende bulunan değerleri, meziyetleri reddetme! Ne diye  inkar başını kaşıyıp duruyorsun?

• Evet görünüşte senin bedeninde bulunan hücreler susmada ama, onların hepsi de gizli işler yapıyorlar, hepsi de kalleşçesine varlığınla kumar oynuyorlar, hepsi de hem görünüyor, hem gizli. Hepsi de birbirini yemekle meşgul birbirlerinin hem avı, hem avcısı.

• Bedeninin bütün zerreleri sana sesleniyorlar, diyorlar ki: "Sana ne oldu" Bütün istediğin, söylediğin sözler boş sözler. 0 sözlerde sevgiden, dostluktan hiç bahsedilmiyor."

• Varlığın sonbahar gibidir. Fakat o sonbaharların içinde bir ilkbahar gizlidir. İçindeki ilkbahar canlanınca gönül bahçesi içten içe güler durur.

• Sen mana balından yediğin halde, ne diye şu fanî dünya mumunun etrafında pervane gibi döner, durursun? Ne diye kanatlarını yakarsın? Bilmiyor- musun; sen kendin nurdansın, hak nurundansın, sen nardan, şeytanın yaratıldığı ateşten değilsin.