Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.786

Onun, bütün bu sıfatlarıyla beraber bâkî oluşu, dünyadaki herbir ferdin fenâ ve zeval bulan her nevi mahbubuna bedeldir. Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.

Evet, dünyanın ve içindekilerin bekası için, onun Mâlikinin ve Sâniinin ve Fâtırının bekası bana yeter.

İKİNCİ NÜKTE

Beka için Allah bana yeter.HAŞİYE 1 Çünkü O benim bâkî olan İlâhım ve bâkî olan Hâlıkım HAŞİYE 2 ve bâkî olan Mûcidim ve bâkî olan Fâtırım ve bâkî olan Mâlikim ve bâkî olan Mâbudum ve bâkî olan Bâisimdir. Öyleyse, benim vücudumun zevâlinde beis yok, hüzün yok, teessüf yok, tahassür yoktur. Zira benim Mûcidim bâkîdir ve Onun esmâsıyla icadı dahi bâkîdir. Benim şahsımdaki vasıflar dahi, Onun bâkî olan isimlerinden bir ismin bir şuâsından başka birşey değildir. O sıfatlar, Hâlıkının daire-i ilminde mevcut ve nazar-ı şuhudunda bâkî olduğundan, onlar zeval ve fenâya gitmekle idam olmuyorlar.

Kezâ, bâkî olan İlâhımın bâkî isminin benim mahiyetimin aynasındaki şuâsının bâkî olduğuna; benim mahiyetimin hakikatinin dahi o ismin bir gölgesinden başka birşey olmadığına; ve o ismin, benim mahiyetimin aynasında temessülü sırrıyla, benim hakikatim dahi bizzat mahbup değil, onda olan ve onda bâkî kalan şeylerin çeşit çeşit bekalar olması hasebiyle mahbup olduğuna dair ilmim ve iz'ânım ve şuurum ve imanım, beka ve lezzet-i beka itibarıyla bana yeter.

ÜÇÜNCÜ NÜKTEHAŞİYE 3

Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. Zira O öyle bir Vâcibü'l-Vücuddur ki, bu mevcudat-ı seyyâle Onun icad ve vücudunun tecelliyatına birer mazhardan başka birşey değildir. Onunla ve Ona intisapla ve Onun marifetiyle, hadsiz envâr-ı vücut hasıl olur. Ona iman ve intisap olmazsa, had ve hesaba gelmeyen adem zulümatı ve firak elemleri ortaya çıkar.

Bu mevcudat-ı seyyâle ancak birer aynadır ve zeval, fenâ ve bekalarında taayyünat-ı itibariyelerinin değişmesiyle altı cihetten teceddüde mazhardır.

Birincisi: Güzel mânâlarının ve misalî hüviyetlerinin bekası.

İkincisi: Suretlerinin elvah-ı misaliyede bâkî kalması.

Üçüncüsü: Uhrevî semerelerinin bekası.

Dördüncüsü: Onun için bir nevi vücut demek olan, elvâh-ı mahfuzada mütemessil Rabbânî tesbihatının bekası.


Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.787

Beşincisi: Meşâhid-i ilmiye ve menâzır-ı sermediyede bekası.

Altıncısı: Eğer zîruhlardan ise ruhunun bekası.HAŞİYE 4 Zira onun mevtinde, fenâsında, zevâlinde, ademinde, zuhurunda ve sönüp gitmesindeki muhtelif keyfiyet ve vazifeleri, esmâ-i İlâhiyenin mukteziyatını izhar etmekten ibarettir. Bu vazife sırrıdır ki, mevcudatı, gayet sür'atle mevt ve hayat, vücut ve adem dalgaları arasında gayet sür'atle cereyan eden bir sel haline getirmiştir. Kâinattaki faaliyet-i daimenin ve hallâkıyet-i müstemirrenin tezahürü, işte bu vazife sırrından neş'et eder.

Öyleyse, ben ve herbir fert, "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" demeliyiz. Yani, Vâcibü'l-Vücudun âsârından bir eser olmak bana vücut olarak yeter. Surî ve akîm bir vücutta milyonlar sene geçirmektense, böyle mazhar ve münevver bir vücutta bir ân-ı seyyâle bana kâfidir.

Evet, intisab-ı imanî sırrıyla bir dakikalık vücut, intisab-ı imanîden mahrum binlerce seneye mukabil gelir. Hattâ o bir dakika, merâtib-i vücut itibarıyla diğer binler seneden daha etem ve daha geniştir.

Kezâ, semâda azameti ve arzda âyetleri görünen ve gökleri ve yeri altı günde yaratan Zâtın san'atı olmam, bana vücut ve kıymet-i vücut itibarıyla yeter.

Kezâ, semâyı kandillerle süsleyip nurlandıran ve zemini çiçeklerle göz kamaştırıcı bir şekilde tezyin eden Zâtın masnuu olmam, bana vücut ve kemâl-i vücut itibarıyla yeter.

Kezâ, kâinat bütün kemâlât ve mehasiniyle Onun kemâl ve cemâline nisbetle bir zayıf gölgeden ve Onun âyât-ı kemâlinden ve işarat-ı cemâlinden ibaret olan Zâtın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, bana fahr ve şeref için yeter.

Kezâ, had ve hesaba gelmeyen nimetlerini kâf ve nun arasındaki lâtif sandukçalarda iddihar eden ve milyonlarla kantarı tohum ve çekirdek denilen bir avuç dolusu lâtif sandukçalarda kudretiyle toplayan Zât, herşey için bana yeter.

Kezâ, bütün cemal ve ihsan sahipleri yerine, bana o Cemîl ve Rahîm olan Zât yeter ki, bu güzel masnuat, mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin müruruyla Onun envar-ı cemâlini tazelendirmek için fenâya mazhar olan aynalardan başka birşey değildir; ve bu bahar ve yaz mevsimlerinde tekrarlanan nimetler ve birbirini takip eden meyveler, mahlûkatın ve günlerin ve senelerin gelip geçmesiyle Onun daimî nimetlerinin teceddüdü için mazharlardan ibarettir.


Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.788

Kezâ, Hâlık-ı Mevt ve Hayatın esmâsının cilvelerine bir harita ve fihriste ve fezleke ve mizan ve mikyas olmam, bana hayat ve mahiyet-i hayat itibarıyla yeter.

Kezâ, bütün Esmâ-i Hüsnânın müsemmâsı olan Fâtırımın şuûnât-ı zâtiyesine hayatımın mazhariyeti sırrıyla, kalem-i kudretle yazılan ve o Kadîr-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûmun esmâsını gösterip anlatan bir kelime olmam, hayat ve vazife-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, beni, hedâyâ-yı rahmetinin müzeyyenatını muhtevî vücut hullemin ve fıtrat kaftanımın ve muntazam hayat gerdanlığımın murassaatıyla tezyin eden Hâlıkımın esmâsının cilveleriyle süslenerek kardeşlerim olan mahlûkata ilân ve teşhirim ve Hâlık-ı Kâinatın nazar-ı şuhuduna ilân ve izharım, hayat ve hukuk-u hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, hukuk-u hayatım itibarıyla, zîhayatların Vâhib-i Hayata olan tahiyyatlarını fehmetmem ve onlara şahit olup şahitlik etmem bana yeter.

Kezâ, Sultan-ı Ezelîmin nazar-ı şuhuduna arz olunmanın şuur ve imanında olarak Onun cevâhir-i ihsânâtının murassaatıyla süslenip güzelleşmem, hayatımın hukuku olarak bana yeter.

Kezâ, Onun mahlûku ve masnuu ve mahlûku olduğuma ve Ona muhtaç bulunduğuma ve Onun, hikmetine ve rahmetine lâyık bir surette beni terbiye eden ve bana lütufta bulunup nimetlerini ihsan eden Hâlık-ı Rahîmim ve Rabb-i Kerîmim olduğuna dair iz'ânım ve şuurum ve imanım, hayat ve lezzet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak ve za'f-ı mutlakımın misaliyle o Kadîr-i Mutlakın meratib-i kudretine ve o Rahîm-i Mutlakın derecat-ı rahmetine ve o Kaviyy-i Mutlakın tabakat-ı kuvvetine mikyas teşkil etmem, hayat ve kıymet-i hayat itibarıyla bana yeter.

Kezâ, cüz'î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarımın cüz'îliğinin mâkesiyetiyle Hâlıkımın muhit sıfatlarını fehmetmem bana yeter. Nitekim benim cüz'î ilmimin mizanıyla Onun muhit ilmini fehmederim.

Hâkezâ, benim İlâhımın Kâmil-i Mutlak olduğuna ve kâinatta kemâlât olarak ne varsa Onun kemâlinin âyetlerinden bir âyet ve Onun kemâlinin işaretlerinden bir işaret olduğuna dair ilmim, kemal olarak bana yeter.

Kezâ, nefsimde kemâlât olarak iman-ı billâh bana yeter; çünkü beşer için iman bütün kemâlâtın menbaıdır.

Kezâ, muhtelif cihazatımın lisanıyla istenilen envâ-ı hâcâtımın hepsi için, bütün Esmâ-i Hüsnânın müsemmâsı olan, beni yediren ve içiren ve terbiye ve tedbir eden ve benimle konuşan, celâli herşeyden nihayetsiz derecede yüce olan ve lütuf ve ihsanı herşeyi kuşatan İlâhım ve Rabbim ve Hâlıkım ve Musavvirim bana yeter.